25 Ocak 2025 Cumartesi

Esav'da Erzurumlu bir şair: Mehmet Taştan / Fevzi Budak







Ankara'da Esav'ın Cuma akşamı kültürel programlarının doyumsuz coşkusu devam ediyor. Bu haftaki programın konusu, 'kültürümüzde şiirin taşıyıcı rolü'ydü. Konuşmacı, Erzurum'un yetiştirdiği ve Erzurum'un kültür kodlarından ilham alan çok önemli şairlerimizden Mehmet Taştan'dı. Kendisi Erzurumludur ve Erzurum Lisesinden  öğrencim olur. Halen Ankara Adliyesinde cumhuriyet savcısıdır. Hukukçu kimliğinin ötesinde temayüz eden bir vasfı da Türk edebiyatında ve şiirinde önemli bir değerdir ve modern şiirimizin yaşayan büyük şairlerindendir. İlk şiir kitabı "İnsan Boşluğu" adıyla 20 yaşında iken okuyucuyla buluşur. İkinci ve üçüncü eserleri ise "Yağmur Islıyor Beni" ve "Bu Kapıdan" isimli dolgun ve olgun şiirlerinin yer aldığı şiir kitaplarıdır. Erzurum'un bir değeri, ancak biz Erzurumluların nedense az tanıdığı, ama edebiyat ve şiir dünyasının çok yakından bildiği ve şiirimizin bir gerçeği, şiir gecelerinin ve şiir şölenlerinin vazgeçilmez büyük bir şairidir. Başarılı bir hukukçu ve büyük bir şair olmanın yanı sıra hitabet gücü yüksek, entelektüel birikimi ve derinliğiyle Erzurumlu gerçek bir aydındır Mehmet Taştan.

Gecede Mehmet Taştan'ı ilgiyle, zevkle dinledik. Şairlerimizden alıntıladığı görkemli dizelerle ve dörtlüklerle şiirin doruklarında gezindik. Tüm dinleyicilerin pür dikkat kesildiği gecede akıcı üslûbu ve lirik okuyuşuyla bir kez daha şiirin hazzını yaşadık, şiirin doyumuna ulaştık. Kendine ait şiirleriyle Türk şiirinin ve güzel Türkçe'mizin tadına bir kez daha vardık. Büyük bir duygu selinin ve duygu yoğunluğunun yaşandığı muhteşem bir gece oldu hakikaten. Esav Başkanı sayın Veysel Karani Aksungur ve yönetim kurulu üyeleri Erzurum'un kültürel zenginliği adına güzelliklerin yaşanmasına zemin hazırlamaktalar. İki saate yakın süren unutulmaz bir gece oldu. Teşekkürler değerli şair savcım, teşekkürler Başkanımız Veysel Aksungur ve teşekkürler geceye ilgi gösteren tüm Erzurumlu hanımefendi ve beyefendi hemşerilerime. 

Programa bir iki şiirle katkıda bulundum. Başka hemşerilerimizin de çok güzel katkıları oldu. Geceye hep birlikte renk kattık. Erzurum kültürü ile hemhal olduk. Öğrencim olması ve az da olsa şiirden anlayan biri olmam nedeniyle bir değerlendirme yapılması istenildi benden. Alıntılarla Mehmet Taştan'ın edebi gücünü, şiir gücünü ve sanatının kudret ve yüksekliğini edebiyat ve kültürümüzün değerli hocalarının değerlendirmeleri üzerinden vermeye çalıştım. Atatürk Üniversitesi'nde uzun yıllar hizmet eden, önemli eserler veren yakın dostum ve büyüğüm sayın Prof. Dr. Saim Saka Hocamız şöyle diyor: "Söylenmemişi yakalayan, söylenmişi daha güzel söyleyen, farklı ve zengin kelime dağarıyla şiir dünyamıza giren, mısraların kelime taşlarını yerli yerine oturtan Taştan; inanıyorum ki gelecekte çok daha üst noktalara şiirinin bayrağını dikecektir." Öyle de oldu değerli Saim Hocam. "Mehmet Taştan, özellikle şiir dili ve anlatım biçimi olarak orijinal bir şair kimliği taşır. Türkçeyi tarihi dokusuyla kullanma becerisine sahip bir şairdir" değerlendirmesi yapmakta Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan Hocamız.

Prof. Dr. Turgut Karabey Hocamız ise "Geleneğe dayanan modern şiirin günümüzdeki temsilcisi ve milli bir şair" diyor Taştan için. Bir başka Hocamız da "Taştan zihinlerde uyandırdığı geniş çağrışımlarla Türk şiirinin imge dünyasına önemli katkılar yapmakta" gibi edebi şiirsel değerlendirmelerde bulunmakta...

Mehmet Taştan şiirin yanı sıra edebiyat ve şiir üzerine makaleler kaleme almakta. Başka dile çevrilemeyen, ama her lisanda anlaşılan dil diyor şiir için. Şiir dolgu mısralara dargındır, kelimeleri slogan olarak kullanmayı sevmez diyor. Şiir manzume değil diyor. Değerlerden beslenmeyen şiir betona dikilen çiçek gibidir diyor. Bu durumda çiçeğin akıbeti çürümektir. Şair ise içinde yaşadığı toplumun değerleriyle beslenen, ondan aldığını farklı ve estetik kılarak ona iade edebilen bir aydındır diyor. Şair içinde bulunduğu nehri yani toplumsal değer ve yargıları kirleten değil, onları rafine etmenin derdinde olan kimsedir diyor. Şair kendisiyle, toplumuyla ve değerleriyle barışık insandır. Şair günün tanıdığı, geçmişin hafızası ve geleceğin kültür taşıcısıdır" gibi kendine özgü edebi ifadeler ve tanımlamalarda bulunmakta.

Erzurum üzerine yazılan şiir halkasına beğeniyle okuduğum "Erzurum" isimli şiiriyle altın bir halka daha ekleyen 64 mısradan oluşan lirik şiirden birkaç mısra paylaşarak şiirimizin büyük değeri sayın Mehmet Taştan'ı anlamlı sunumu ve nefis şiirleri nedeniyle sevgilerimle tebrik ediyorum.

Uykuda soğuk almış buzlardan rüya şehir,
Yaylanın kucağında esneyen hülya şehir.
............. 

Palandöken Dağı'nda şaha kalkmış kıratın,
Sen çilekeş anası ilim akan Fırat’ın
............

Bakırcı çarşında şaklayan şehri diyar,
Karlı alın yazında buzdan avizeler var.
Görse Umudum Baba, kaybolurdu umudu, 
Neden çeşmeler durdu, şadırvanlar kurudu.
Selçuklu diyarına kimlerin ahı değdi,
Senin mağrur başını kimler önüne eğdi.
Söyle dağları sarssın duada kesik başlar,
Kutlu barı yeniden tarih kılsın dadaşlar.


(*) Bu yazı, 26/01/2025 tarihinde  Fevzi Budak Hocamın facebook sayfasında paylaşılmış, akabinde altı ayrı haber portalında yayınlanmıştır.

21 Ocak 2025 Salı

Şiiri için ne dediler?

Söylenmemişi yakalayan, söylenmişi daha güzel söyleyen, farklı bir kelime dağarıyla şiir dünyamıza giren Taştan, inanıyorum ki gelecekte çok daha üst noktalara şiirinin bayrağını dikecektir. Mısraların kelime taşları yerlerine öylesine güzel oturtulmuş ki onları yerlerinden oynatmak mümkün değil. (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu)

Başarılı bir hukukçu ve büyük bir şair olmanın yanı sıra hitabet gücü yüksek, entelektüel birikimi ve derinliğiyle Erzurumlu gerçek bir aydındır Mehmet Taştan. (Fevzi Budak)

Şair sizi öyle bir şiir deryasının içine sürüklüyor ki, her vadide ayrı bir heyecan, ayrı bir insanlık dersi, ayrı bir insanî zaaf ve korkuyla yüzleşiyorsunuz (Hikmet Gülay)

Şiirin nazari yönüyle de ilgilenen cins bir kafa. Geleneğe dayanan modern şiirin temsilcisi... Milli şairlerimizden biri... Fasih, selis ve lirik şiir üslubuna sahip bir şair... (Prof. Dr. Turgut Karabey)

Mehmet Taştan şiirleri, geçmişle bugünü harmanlayan, debisi derin, deltası geniş bir şiirdir. Şiirin sihrini, güzelliğini örten örtüyü kaldırır, güçlü dizeleriyle yüreğimize bir nakış gibi işler. Onun şiirini okurken, bir duygu depremi yaşarsınız. (Veysel Gültaş)

Mehmet Taştan, zihinlerde uyandırdığı geniş çağrışımlarla çağdaş Türk şiirinin imge dünyasına önemli katkılar yapmaktadır. (Prof. Dr. Orhan Kemal Tavukçu)

İyi ki o kapıdan içeri girmişim. Taştan’ın şiirlerinin büyülü dünyasında kaybolmuşum. (Özen Şafak)

Mehmet Taştan’ın “Gözlerinde Çağ Yanar” adlı şiiri, duygu derinliği ve imgelerin zarafetiyle yüreklere dokunan eşsiz bir eser. Kaleme alınan bu şiir, aşkın ve hayranlığın en saf haliyle ifade bulduğu dizeleriyle, okuyan herkesi bir an için durdurup derin bir iç yolculuğuna davet ediyor. (Önder Ataseven)


‘Kelimelerin büyücüsü’  tanımlamasını şair kimliğine çok yakıştırdığım örnek şahsiyet…  (Sevgi Orhan Hazar)

Mehmet Taştan, özellikle şiir dili ve anlatım biçimi olarak orijinal bir şair kimliği taşır. Onun Türkçe’yi tarihî dokusuyla kullanma becerisi ve dünya edebiyatı konusundaki birikimini şiirinin hayal dokusuna taşıma kabiliyeti, bu orijinal kimliğinin iki önemli yönünü ortaya koymaktadır. (Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan)

Hukuk camiasının en güçlü şairlerinden…  Şiirlerini okumaktan büyük keyif aldığım bir usta (Haluk Sonuzun)

Mükemmel, asla eskimez ve yüzyıllar sonrasına ulaşır duruyor. (Ferşat Aydın)

Şiirlerinde yalnız duygu zenginliği değil, derin bir kültür ve medeniyet birikimi okunan biri... (Suat Türkay)

Değerli Taştan, "Hayat" şiirinizi kızım siteden çekip getirdi. Haddimi aşarak olağanüstü bir şiir dersem sizi ikna etmiş olur muyum, bilemiyorum? Bu güzelliğe şapka çıkarılır. Dil hâkimiyetiniz her zamanki gibi mükemmel. Sizin bu şiirlerinizin sınırlarımızı aşacağına inanıyorum. (Rafet Öztürk)

19 Ocak 2025 Pazar

Mehmet Taştan’ın “Gözlerinde Çağ Yanar” adlı şiiri / Önder Ataseven

Mehmet Taştan’ın “Gözlerinde Çağ Yanar” adlı şiiri, duygu derinliği ve imgelerin zarafetiyle yüreklere dokunan eşsiz bir eser. Kaleme alınan bu şiir, aşkın ve hayranlığın en saf haliyle ifade bulduğu dizeleriyle, okuyan herkesi bir an için durdurup derin bir iç yolculuğuna davet ediyor. “Bakma öyle ne olur taht yıkılır, tuğ yanar / Gülme, öyle gülersen gözlerinde çağ yanar!” mısralarıyla başlayan şiir, sevgilinin bakışlarındaki büyüleyici etkiyi, çağlayan bir ateşle özdeşleştirerek adeta bir tablo çiziyor. Taştan’ın kelimeleri, sadeliğin içinde saklı bir coşku ve yoğun bir duygusallık barındırıyor; her bir dize, okurun kalbinde yankılanan bir melodi gibi.

Şiirin seslendirmesi ise, bu dizelerin ruhunu bir kat daha yükseltiyor. Mehmet Taştan’ın sesindeki samimiyet ve içtenlik, sözcüklerin taşıdığı duyguyu dinleyiciye doğrudan ulaştırıyor. Her bir mısra, onun vurgularıyla adeta can buluyor; sevgilinin gözlerindeki çağlayan ateş, dinleyenin yüreğinde hissedilir bir sıcaklığa dönüşüyor. Ses tonundaki zarif dalgalanmalar, şiirin hem hüzünlü hem de tutkulu ruhunu mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Bu seslendirme, sadece bir okuma değil, aynı zamanda bir duygu aktarımı; dinleyiciyi şiirin dünyasına çekip orada tutan bir sanat performansı.

“Gözlerinde Çağ Yanar”, Mehmet Taştan’ın poetik yetkinliğinin ve duygusal derinliğinin bir yansıması. Bu şiir, sadece bir aşk ilanı değil, aynı zamanda insan ruhunun en ince tellerine dokunan bir sanat eseri. Taştan’ın kaleminden dökülen bu dizeler ve sesiyle hayat bulan yorumu, edebiyatseverlerin gönlünde uzun yıllar yankılanacak bir iz bırakıyor. Böylesine içten, böylesine etkileyici bir eseri bizlere sunduğu için Mehmet Taştan’a teşekkür borçluyuz; çünkü onun sözleri ve sesi, kalplerde çağlayan bir ateş gibi parlamaya devam edecek.

13 Ocak 2025 Pazartesi

Yakarak Tarihe Geçenler / Mehmet Taştan

    Çin'den, Polonya'ya kadar, girdiği her yeri yakıp yıkan Cengiz Han'a, bir gün sormuşlar:

        — Han'ım girdiğiniz bütün şehirleri niçin yakıp yıkıyorsunuz?

        Cengiz Han celallenmeden şu cevabı vermiş:

 — Benim Abbasi halifeleri gibi hanlar, hamamlar yaparak tarihe geçme şansım yok. Ben de yakarak tarihe geçeceğim.

       Sonuç tam da dediği gibi olmuş; Cengiz Han, şehirler yakan kişi olarak tarihe geçmiştir. Ama O bu alanda yalnız değildir. Çünkü, yakarak tarihe geçmenin ondan daha güçlü bir sembolü vardır: O sembol kadındır. Kuşkusuz, iki yangın arasında derin farklar vardır. Örneğin, Cengiz Han öfkeyle, kadın tebessümle yakar; Cengiz Han yakıp yok eder, kadın yaktığını yeniden inşa eder. Bu doğru olmasına doğru da neticede ikisi de yangın... O yüzden olsa gerek, Nedim:

          "Tahammül mülkünü yıktın, Hülagu Han mısın kâfir,
          Aman dünyayı yaktın ateş-i suzan mısın kâfir?"

Mısralarıyla sevgiliye seslenirken, iki yangın arasındaki benzerliği dile getirir.

Esasen, beşerî aşkın ilk kıvılcımları Arafat’ta çakılır. Cennetten kovulup yeryüzüne gönderilen Adem, Sri Lanka’ya; Havva, Cidde'ye indirilir. Senelerce birbirlerini ararlar. Bu uzun yürüyüşler onları, birbirlerinden habersiz bir şekilde Arafat’a götürür. Burası Mekke yakınlarında, büyük bir çöldür.

Kadınlar cin fikirli olurmuş ya.… Demek ki kadimden beri öyle... Önce Havva görür Adem'i ama sessiz kalır. Arayan değil aranan, özleyen değil özlenen olmak istediği için, oracıkta bir fundalığın dibine saklanır. Adem'in kendisini bulmasını bekler. Buna huy mu demeli naz mı? Onu bilemem ama sonuç tam da istediği gibi olur. Adem de kısa bir süre sonra görür Havva'yı... Böylece yeryüzünde ilk buluşma gerçekleşir. Bu vuslattan hareketle, buluşma yeri anlamına gelen Arafat ismi doğar. Ve insanlık binlerce yıldır orada buluşur. 

O kıvılcım, çölün bir başka yerinde, Leyla’nın aşkı ile Mecnun’un yüreğinde yangına dönüşmüştür. Aşkın bütün deliliklerini yaşayan Mecnun'u, bir gün, bir köpeğin ayağını öperken görmüşler. Bu hal görenleri epey kızdırmış. Çıkışmışlar:

— Bu ne hal böyle Mecnun, köpeğin ayağı öpülür mü?

Mecnun kayıtsızca bakmış onlara:

—  Ben köpeğin ayağını öpmüyorum ki!

—  Ya ne yapıyorsun?

— Bu, Leyla'mın vahasının köpeğidir. Bastığı yerlere Leyla basmıştır. Onun ayaklarında Leylamın ayak izlerini kokluyorum.

Bu metafor bizi yeniden Nedim'e götürüyor. O diyor ki: "Bülbülü uyuyor sanmayın, gagasını kanadının altına koymuş, uykuda sevgilinin hayalini kokluyor." Demek ki aşka düşen akıl iflâh olmuyor.

 Batıda aşkın ölümsüzleştirdiği Beatrice, akranı olan Dante'yle tanışıp, onu etkilemeye başladığında henüz dokuz yaşındadır. On yıl sonra gerçekleşen ikinci buluşmada şair, kızın güzelliği karşısında öylesine erir ki, aleve sarılı bir ruha döner. “Hayalden yana olduğu kadar, sözden yana da çok zengin olsam, yine de güzelliğinin binde birini bile anlatmaya cesaret edemem” der. Bu son görüşmedir. Bir daha asla bir araya gelemezler. Çünkü Beatrice, yirmi dört yaşında hayata veda eder. Ama şairin gönlünde hep canlı ve güzel kalır. Dante, bütün eserlerini o aşkın verdiği ilhamla yazar. İlahi Komedya o aşkla doğar. Bu trajik öykü, Floransa'daki Dante Kilisesi'nin bahçesine konulan sepeti bile kutsallaştırır. Şairin mezarı başındaki o sepet, karşılıksız kalmış aşk mektuplarıyla dolup taşan bir dert küpüne dönüşür.

 Kral ya da şah olmak da erkekleri bu yangından kurtarmaz.

Yer, Hindistan... Babür hükümdarı Şah Cihan, deliler gibi tutulduğu, yanındayken bile özlediği sevgili eşini, doğum sonrası durdurulamayan kanama yüzünden kaybeder. Mümtaz Mahal'in ölümü, Şah Cihan'ı hayata küstürür. O'nun adını ebedileştirmek için Taç Mahal'i yaptırır. O aşk, Yemuna nehrinin kenarında yükselen ve şehrin her tarafından görülebilen Taç Mahal’de ölümsüzleşir.

 İngiltere'de hikâye, 8. Henry'nin, Anne Boleyn'e âşık olmasıyla başlar. Kıza sahip olmak ister. Ama Boleyn "nikah olmadan asla" der. Oysa kral o sırada bir başka kadınla evlidir. Boleyn’le evlenebilmek için mevcut eşinden boşanması gerekmektedir. Kral, bu emelini gerçekleştirebilmek için Vatikan Kilisesinden boşanma izni ister. Ama kiliseden beklediği fetva gelmez. Çünkü Katolik nikahında boşanma yoktur. Bu yasak, Henry'yi çileden çıkarır. Aşk, gözlerini öylesine kör etmiştir ki, ne kiliseyi tanır ne de papayı. Afaroz edilme pahasına Vatikan’ın aldığı kararı yok sayar. Tutar, İngiltere'de Anglikan Kilisesini kurar.  Bu kilisesinden aldığı fetvayla mevcut eşini boşar ve Anne Boleyn'le evlenir. Bu aşkın ilk meyvesi Anglikan mezhebi olur. İkincisi ise İngiltere'de kraliyet soyunun değişmesine yol açan 1.Elizabeth…

 Henry’den sadece üç yaş küçük olan Kanunî Sultan Süleyman’ın, bir köy papazının kızı olan Aleksandra’yı, Hürrem adıyla tanıyıp âşık olması, yalnızca iki insanın hayatını değil, bir milletin kaderini de derinden etkiler. Şöyle ki, Hürrem, yalnızca Kanunî’nin kalbini yakmakla kalmaz; o aşktan aldığı güçle, padişahın başka kadından olan oğlu Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırır. Sarı Selim’e sultanlık yolunu açan bu evlat katli, cihan imparatorluğunda yükselmenin sonu, duraklamanın başlangıcı olur.

 Güneş batmayan ülkelerin cihangirlerini dize getiren aşk, Fransa’da da -güncelliğini hiç yitirmeyen- bir düşünürün doğmasına yol açar...  Kimden mi söz ediyorum? Tabii ki Montesqıeu’dan…Üstelik O’nu tarih sahnesine çıkaran bu öykü, uzak bir coğrafyada ve çok eski bir çağda yaşanır. Yani, İran'da kanat çırpan bir kelebek, Fransa'da fırtına koparır.

    Hikaye şöyle başlar: Eşi tarafından aldatıldığını öğrenen İran Şahı Şehriyar, bütün kadınlara düşman kesilir. Gece birlikte olduğu kadını şafak vakti idam ettirir. Onlarca kadının kurban edildiği bu süreçte, nihayet bir gün sıra Şehrazat adlı genç bir kıza gelir. O gece şahın odasına giren genç kız dahiyane bir şey yapar. Şafak sökmeden bir masal anlatmaya başlar. Gün ağarır ama masal bitmez. Şah, bitmeyen masalın sonunu dinleyebilmek için, Şehrazat'ın idamını bir sonraki güne erteler. Şehrazat, sonraki gece yarım kalan masalı tamamlar ama sonunu getirmeyeceği yeni bir masala başlar. Bu şekilde her gece devam eden ve fakat sonu getirilmeyen masallar, Şehriyar'ı kıza aşık eder. Şahın bir süre sonra "anlatma sonunu kıyamam sana" deme noktasına geldiği bu masallar, dünya edebiyat tarihine muhteşem bir masal külliyatı kazandırmakla kalmaz, masalsı bir aşkın da doğuş nedeni olur. İran’dan Paris’e giden iki acemden bu masalları dinleyen Montesqıeu, o masallardan aldığı ilhamla Acem Mektupları'nı yazar. Kitap yayınlandığında, Fransa'da büyük bir yankı uyandırır. Kendisini, Yasaların Ruhu'na götürecek üne kavuşur. O yankı, o çağla sınırlı kalmaz, "kuvvetler ayrılığı" kavramıyla demokrasinin temel ayracı olur. Geçtiğimiz yüzyılda Sezai Karakoç, “Sen Şehrazat bir lamba, bir hükümdar bakışında / Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın" dizeleriyle yönümüzü bir kez daha Şehrazat'a döndürür.

        Kuşkusuz, aşk yangınlarının ölümsüzleştirdiği kadınların sayısı üçle beşle sınırlı değildir. Şarkı ve şiirlerden yola çıkarak dilediğiniz kadar örnek bulmak da bu örneklerden hareketle oluşturulan yargıya, "bütün genellemeler yanlıştır, bu da dahil" sözüyle karşı çıkmak da mümkündür. Ama insanlık tarihindeki ilk cinayetin bir kız uğruna işlendiği ve son peygamber Hz. Muhammed'e, bu dünyada sevdirilen üç şeyden birinin kadın olduğu hatırlanırsa, herhalde bu yargı havada kalmaz. 

         Yoksa yanılıyor muyum?      

 (*) Bu yazı Edebiyat Ortamı Dergisinin 102. sayısında yayınlanmıştır.