Röportaj: Yener Ekinci
Mehmet Taştan, şair kimliğiyle üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiren günümüzün en güçlü şairlerinden biri. Kelimeleri sanki sihirliymiş gibi o kadar ustalıkla kullanıyor ki ortaya çıkan eserler O’na ‘kelime büyücüsü’ anlamını yüklüyor. Onun sanatını, bakış açısını ve düşüncelerini birçok insan gibi biz de merak edip sorduk. Bütün sorularımıza içtenlik ve samimiyetle cevap verdi.
Daha sonra nadiren şiir denemesi yapsam da genel olarak öyküye yöneldim. Birbiri ardınca öykü denemeleri yazmaya ve mahalli basında yayınlamaya başladım.
Peki, şiirde ne zaman karar kıldınız?
16–17 yaşında…
Ben lise sondayken Erzurum ili genelinde açılan liseler arası “Çanakkale
Zaferi” konulu şiir yarışmasında birinci seçilmem, bundan üç yıl sonra da
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde düzenlenen “tabiat” konulu şiir yarışmasında
birinci gelmem beni bir daha kopmayacak şekilde şiire bağladı. 20 yaşındayken
yayımlanan İnsan Boşluğu adlı ilk şiir kitabım, şiire ilgimi zamana karşı dayanıklı
kıldı.
Ertesi sabah gazetenin matbaasına erkenden
gidip, o günkü nüshada, öyküyü ve ismimi görünce bir hoş oldum. Gazeteyi kaptığım
gibi çıktım. Hızlı adımlarla, okula doğru yürümeye başladım. Gurur ve neşe
içindeydim. Yolda giderken birilerinin beni durdurup “öykünü okudum çok
güzeldi” demesini kurdum. Asla gerçekleşmeyen bu hayal okula girinceye kadar
sürdü.
Üç veya dördüncü derse kadar bekledim ama sınıftan
da hiç kimsenin -o güne kadar benim de okumadığım- gazeteyle ilgilenmediğini
esefle fark ettim. Sıra arkadaşım görsün diye o sayfayı açarak öyküyü okuyormuş
gibi yaptım. Ama nafile ya görmedi ya da görmezlikten geldi.
O gün beni dışarıdan kimse kutlamamıştı ama
şimdilerde gülerek hatırladığım yayınlanan ilkyazımın anısı oluvermişti.
Tabii bunu anlatınca, o yaştaki çocukların
ilk ürünlerini gazetesinde yayınlayarak onları cesaretlendiren, geleceğe
kanatlandıran Hürsöz’ün babacan patronu Ahmet Polat’ı rahmet ve minnetle yad
etmeliyim. Orası yalnız bir gazete değil, yazma sevdalılarının uçma temrinleri
yaptığı bir mektepti aynı zamanda...
Bizim eskilerden (divan edebiyatı) okuyup
sevdikleriniz?
Eliot’un dediği gibi “şair geçmişin
ruhunu mutlaka bilmeli ve geliştirmelidir.” Yani, farklı ve özgün bir şey
ortaya koyabilmek için eskinin ne olduğunu bilmek gerekir. Ben de bu anlayışla
köklü şiir geleneğimizden erken yaşlardan beri istifade ederim. Sembolleriyle,
tasvirleriyle, aruz vezniyle, kafiye yapısıyla ses uyumu ve ses tekrarlarıyla
muhteşem bir armoni oluşturan divan şiirimizle bağımı hep canlı tutarım. Bu
bağlamda, divan şiirinin duayenlerini ve Tanzimat sonrasında ismi öne çıkmış şairlerini daha çok beğenip, tekrar ettiğimi söyleyebilirim.
Genç kuşağın en kuvvetli şair ve yazarları
kimlerdir?
Şairin en büyük
sınavı zamana karşı dayanıklılık testidir. O testten başarıyla çıkıldığını
söyleyebilmek için, değişik mevsimlerden tükenmeden geçilmesi gerekir. Örneğin
bizim çocukluğumuzda, ideolojik duruşların ya da tarafgir yaklaşımların öne çıkardığı
bazı isimler vardı. O isimler daha ölmeden şiirleri piyasadan çekildi. Onun
için oyun devam ederken sonuca ilişkin değerlendirme yapmak isabetli
olmayabilir. Zamanı geldiğinde, alınacaklarla atılacakları büyük jüri, yani
halk belirleyecektir. Geçmişin büyük değerlerini seçip bugüne getiren de onların
gönül dünyalarıdır.
Ben bir okur sıfatıyla sadece şunu
diyebilirim ki, kaliteyi tadabilme adına şiir okurken kimin yazdığından ziyade
ne yazdığına bakarım. Bazen ünlü bir şairin beğenmediğim şiirleriyle karşılaşabildiğim
gibi, tanınmamış bir şairin beni çok etkileyen bir şiir ya da mısraıyla karşılaştığım
da olmuştur. “Yürek yanınca titrer, gül üşüyünce” mısraı böyledir mesela…
Bende özel bir yeri var dediğiniz bir şiir
ya da şair var mı?
Sekiz asır önce
yazılmış olmasına rağmen, yeni yazılmışçasına tazeliğini koruyan, her okuyanda
başka bir iz bırakan Mevlana’nın “Etme” adlı şiiri birçok
şiir sever gibi benim için de özeldir. Beğendiğim şairler vardır ama
“idolleştirdiğim” şair yoktur.
Şimdiki dil akımını nasıl buluyorsunuz?
Şiirde kullanılan kelimeler anlamında aşırı
örneklerle karşılaştığımı söyleyemem. Hangi kesimden olursa olsun şairlerimiz
genellikle günümüz insanının anlayabileceği bir kelime kadrosuyla yazmaktadır. Tabii bir şiirde her okuyucunun anlamayacağı türden
birkaç kelime veya sembolün kullanılmasını da normal, hatta öğreticilik adına
gerekli görüyorum. Buna karşılık dilin mimari ve melodisine
sadakat noktasında aynı titizliğin gösterildiğini söyleyemem. Derin ya da özgün
görünmek için dilde sıkça zorlamalara gidildiğini, bunun da dile zarar
verdiğini söylemeliyim.
Şiirlerinizi nasıl yazarsınız?
Günlük faaliyetlerimi ifa ederken şiirsel
duyuşlar hissederim. O duyuşlar insicam halinde hafızamda şekillenir. Bir veya
birkaç mısra olur. Onları şiire dönüştürmek için yalnız kalmayı beklerim.
Çünkü şiir yalnızlığı sever. Odama kapanınca, bilgisayarın başına geçer ve
yazmaya başlarım. O sırada vakit genellikle gecedir ve “Türkçe Sözlüğüm”
mutlaka yanımdadır. Şiir bittikten sonra ihtiyaç duyuyorsam sözlükle dil testi
yaparım. Ardından acaba o şiiri yalnızca o an ki ruh haliyle mi beğendim, yoksa
duygu değişimine uğradığımda da hoşuma gidecek mi diye, tıpkı içine maya çalınan
süt gibi dinlenmeye koyarım. Birkaç gün geçtikten sonra bu ürün hala hoşuma
gidiyorsa birikimine güvendiğim bir iki kişinin değerlendirmesine sunarım. Bu
badireler de aşıldıysa, artık o şiir benim içim vardır.
Konu arar mısınız ve sırf yazmak isteğiyle
masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
Şiir yazmak için
çarşıda ürün arar gibi konu aramam ama kapımdan içeri giren konuyu iyi ağırlamaya
çalışırım.
Özelikle şiir yazmak isteğiyle, o ruh
atmosferini yakalamadan masa başına oturmuşsam şiir yerine işporta malı üretip
masadan başarısızlıkla kalkmışımdır. Kısa bir süre sonra da o ürünü imha etmişimdir.
İlk şiirlerimde Necip Fazıl, Faruk Nafiz ve Sezai Karakoç’un tesirinde kaldığımı düşünüyorum.
İlk şiirlerinizle şimdikiler arasında ne
gibi bir ayrılık görüyorsunuz; edebiyat anlayışınız zamanla ne gibi değişikliklere
uğradı?
1987’de “İnsan
Boşluğu” adlı kitabın yayımlanması şiirim için bir dönüm noktası oldu. Sıçrama
yapabilmek için şiiri daha kapsamlı şekilde ele almaya başladım. Şiirimin arka
bahçesini oluşturan kültürel zenginlik adına şiir dışı alanlarda da bolca
okudum. Dil, tarih, coğrafya, din, sosyoloji hatta mitoloji konularında kendimi
geliştirdim. Batı resim sanatı ve onun izdüşümü olan doğu sanatları üzerine yoğunlaştım.
Atasözleri, deyimler, türküler ve şarkılar üzerinde itinalı bir şekilde durdum.
Bu süreçle oluşan ufuk genişlemesi, kelime
zenginliği, konu çeşitliliği tabii olarak daha donanımlı ve kaliteli ürünler doğmasına
yol açtı.
Yani emek verdim şiire. Edgar Allan Poe
diyor ya “Şiirin yüzde biri ilham gerisi çalışmaktır” diye. Eski şiirim ile
yeni arasındaki fark budur.
Edebiyatımızın gelişimi için neleri gerekli
görüyorsunuz?
Edebiyatçının
hammaddesi kelimedir. Sözlüklerimizdeki kelime sayısı ne kadarsa hammaddemiz o
kadar demektir. Gelişmiş batı dillerinde 300 bin kelimelik sözlüklerden söz
edilirken, bizde bu sayı 60–70 binde kalmaktadır. Bu nedenle öncelikle değişik
lehçeler taranarak ortak ve kapsamlı bir Türkçe sözlük hazırlanabilir.
Atasözlerimizin, deyimlerimizin kullanımına özel önem verilebilir. Kendi klasiklerimizin öğrenilmesi sağlanabilir. Yani, dikey ve yatay anlamda bize ait ne varsa topluma öğretilmelidir. Bu başarılınca şair, bu toplumsal seviyenin üzerine çıkmaya gayret edecek ve daha iyiye, evrensele yönelecektir.
Sizin kuşağınızın şiir kuramı oluştu mu?
Yoksa oluşma aşamasında mı? Eğer bu kavram ve kuram oluştuysa hangi öğeleri
içeriyor?
Eskiden
aynı sanat ilkelerinde buluşanların oluşturduğu fecri ati, garipçiler,
hisarcılar gibi topluluklar vardı. Bu şairler sahip oldukları yayın organlarında
ortak şiir anlayışlarını dile getiriyorlardı. İkinci yenicilerle birlikte o
devir kapandı. Yeni dönemde her şair kendi bireysel seyrini sürdürüyor. Poetika
üzerine kafa yoranların söyledikleri de yalnızca kendisini bağlıyor. Şu da var
ki, kırkayağa “nasıl
yürüyorsun” diye sormuşlar; düşünmüş taşınmış, yürümeyi unutmuş. İnsiyaki bir
şekilde şiir yazan birinden onun felsefesini izah etmesini istemek, kırkayağın başına gelen sonucu doğurabilir. Zira, şiir kuramı sunabilmek için onun kuvvetli bir
arka bahçesine sahip olmak gerekir. Teorilerimiz genelde eylemlerimizden yana
tavır koyar. Bu ilke ışığında söylüyorum ki bana göre şiir, eskiyi bilerek ama ona takılıp kalmadan yeniyi
arzulayarak, konuyu özgün bir dille ve lirik bir üslupla ifade etme sanatıdır.
Bir arı ne kadar çok çiçekten beslenirse balı o kadar güzel olur. Şair de ne
kadar zengin bir birikime sahip olursa, şiirinin o oranda kaliteli olma şansı
vardır.
Peki, sizce bir sevdayı en iyi anlatan şiir
yazıldı mı?
Bir şair der ki “Aşkın bir yolu vardır / Her yaşta başka
türlü geçilen.” Eğer bir kişi bile her yaşta aşkın yolundan başka türlü
geçiyorsa, farklı insanların sevdalarını birbiriyle kıyaslayıp hangisini
anlatan şiir daha güzel diye bir soruya herkesin ikna olacağı cevap vermek
imkânsız… Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin’in aşklarını da
birbiriyle mukayese etmek veya bunlar üzerine yazılan şiirleri kıyaslamanın
mümkün olmadığını düşünüyorum.
Şair kime denir, kimdir şair?
Şair içinde yaşadığı
toplumun kültürel değerleriyle beslenen ve beslendiğini hisseden, ondan aldığını
farklı ve estetik kılarak ona iade edebilen bir aydındır.
Şiirin toplumsal işlevi üzerine ne düşünürsünüz?
Şiir diraje
sözdür. Sözün şifresidir. Bu itibarla duyguların en konsantre şekilde ifade
edilmesini sağlar. Dilin gelişimini temin eder. Toplumsal anlamda ve duygusal
bağlamda iletişim aracıdır. Daha iyiye ve daha güzele uzatılmış bir zeytin dalıdır.
Şair aynı zamanda hayat adamıdır? Hayatı
yakından tanır, insanların nabzını en doğru şekilde ölçer ve kimi şairler
birikimini romanlara döker. Hiç roman yazmayı düşünüyor musunuz?
Lisede öykü
yazarken ileride roman yazmayı düşünüyordum. Ancak her işi yarım yamalak
yapmaktansa, bir işi en iyi şekilde yapmanın daha doğru olacağına inandığım
için, diğer alanları bırakıp şiire yöneldim. Bu nedenle roman yazmayı düşünmüyorum.
Şiirde de yalnız benim okuduğum 100 şiirin şairi olmaktansa, 100 kişinin beğendiği bir şiirin şairi olmayı tercih ediyorum. O nedenle az yazıyorum.
Genç şair adaylarına neler önerirsiniz?
Öneride bulunmak
mevkiinde görmüyorum kendimi. Ama bu işin heyecanını duyan biri olarak
diyebilirim ki, ne yazarsak yazalım yanı başımızda mutlaka iyi bir Türkçe
sözlük bulunmalı. Bolca okumalı ve iyi bir gözlemci olmalıyız. Yazdığımız anın
heyecanı dindikten sonra onu gözden geçirmeliyiz. Şiirimizi yayınlamadan önce
birikimine itibar ettiğimiz kişilerin eleştirisine sunmalıyız.
Sizce nasıl bir şiirdir yaşamak?
Müsveddesi olmayan bir şiirdir yaşamak.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder