5 Temmuz 2013 Cuma

Kelimelerin Büyücüsü (*)

Edebiyata nasıl başladınız, ilk ilgi sizde ne zaman ve nasıl uyandı?
İlkokul beşinci sınıf öğrenciydim. Aile çevresinden birinin yazmış olduğu bir şiir benim de bulunduğum bir ortamda okunmuş; dinleyicilerin genel beğenisini toplamıştı. Bu durum bende şiir yazma arzusunu doğurdu.O şiirden yola çıkarak ölüm üzerine yazdım ilk şiirimi… Bir zaman sonra imha ettiğim o şiir denemesi hayal meyal hatırladığım kadarıyla etkilendiğim metnin açık izlerini taşıyordu.
Daha sonra nadiren şiir denemesi yapsam da genel olarak öyküye yöneldim. Birbiri ardınca öykü denemeleri yazmaya ve mahalli basında yayınlamaya başladım.

Peki, şiirde ne zaman karar kıldınız?
16–17 yaşında… Ben lise sondayken Erzurum ili genelinde açılan liseler arası “Çanakkale Zaferi” konulu şiir yarışmasında birinci seçilmem, bundan üç yıl sonra da Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde düzenlenen “tabiat” konulu şiir yarışmasında birinci gelmem beni bir daha kopmayacak şekilde şiire bağladı. 20 yaşındayken yayımlanan İnsan Boşluğu adlı ilk şiir kitabım, şiire ilgimi zamana karşı dayanıklı kıldı.

Yayınlanan ilk yazınız ve bu yayınlanıştan duyduğunuz haz?
Lise birinci sınıf öğrencisiyken, psikolojik roman yazarı Peyami Safa’yı seri halde okumanın verdiği tesirle, bir üniversite öğrencisinin bunalımlarını konu alan “bir gece” adlı öyküyü yazmış ve yayınlanmak üzere Erzurum’da mahalli bir gazeteye vermiştim.

Ertesi sabah gazetenin matbaasına erkenden gidip o günkü nüshada, öyküyü ve ismimi gördüğümde bir hoş olmuştum. Gazeteyi kaptığım gibi çıktım. Büyük bir gurur ve heyecanla okula doğru giderken birilerinin beni durdurup “öykünü okudum çok güzeldi” demesini kurdum. Asla gerçekleşmeyen bu hayal okula girinceye kadar sürdü.

Üç veya dördüncü derse kadar bekledim ama sınıftan da hiç kimsenin -o güne kadar benimde okumadığım- gazeteyle ilgilenmediğini esefle fark ettim. Sıra arkadaşım görsün diye o sayfayı açarak -birçok yazım hatalarıyla dolu- öyküyü okuyormuş gibi yaptım. Ama nafile, ya görmedi ya da görmezlikten geldi.

O gün beni dışarıdan kimse kutlamamıştı ama şimdilerde gülerek hatırladığım yayınlanan ilkyazımın anısı oluvermişti.

Bizim eskilerden (divan edebiyatı) okuyup sevdikleriniz?
Toptancı ve idolleştirici yaklaşımları sağlıklı bulmuyorum. Bu itibarla divan edebiyatından şu kişiyi çok seviyorum tarzında bir şey söyleyemem. Ancak, Eliot’un dediği ve şiir otoritelerinin paylaştığı bir tez vardır: “şair geçmişin ruhunu mutlaka bilmeli ve geliştirmelidir.” Yani, farklı ve özgün bir şey üretebilmek için eskinin ne olduğunu bilmek gerekir. Ben de bu anlayışla köklü şiir geleneğimizden istifade etmeye çalıştım. Sembolleriyle, tasvirleriyle, aruz vezniyle, kafiye yapısıyla aliterasyonlarıyla muhteşem bir armoni oluşturan divan örneklerini hala okurum.

Elbette, divan şiirinin duayenlerini ve Tanzimat sonrasında ismi öne çıkmış şairleri daha çok tekrar ettiğimi söyleyebilirim.

Genç kuşağın en kuvvetli şair ve yazarları kimlerdir? 
Kaliteyi yakalayabilme adına şiir okurken kimin yazdığına değil, ne yazdığına bakarım. Bazen ünlü bir şairin beğenmediğim şiirleriyle karşılaşabildiğim gibi, sıradan bir şairin beni çok etkileyen bir şiiriyle karşılaştığım da olmuştur.

Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Nazım Hikmet, Necip Fazıl bu seriden şu an aklıma gelen güçlü isimler olsa gerek.

Geçen asırda doğup milenyuma uzanan Sezai Karakoç, Atilla İlhan gibi şairleri, Beşir Ayvazoğlu, İskender Pala, İlber Ortaylı gibi yerli yazarları daha bir takdir ettiğimi söyleyebilirim.

Bende özel bir yeri var dediğiniz bir şiir ya da şair var mı?
Şairi tarafından yasaklanmasına rağmen, çeşitli usullerle çoğaltılıp 40 yıldır elden ele dolaşan Sezai Karakoç’un “Mona Roza” adlı aşk şiiri birçok şiir sever gibi benim için de özeldir. Beğendiğim şairler vardır ama “idolleştirdiğim” şair yoktur.

Şimdiki dil akımını nasıl buluyorsunuz?
Şair, Kaf dağında oturan bir masal kahramanı değil mensubu olduğu toplumun kültürüne, diline, deyimlerine, atasözlerine, türkülerine, şarkılarına, halk edebiyatına muttali bir aydındır. Bu sıfatla ve “ideolog” kimliğine bürünmeden milletinin dilini en doğru şekilde ve onu geliştirecek biçimde kullanmalıdır. Okuyucunun yüreğinde makes bulacak kelimeleri tercih etmelidir.

Mesela aşkın yerini tutacak bir başka kelime yoktur. Şair bu kelimenin yerine başka bir şey koymaya kalkarsa doğacak sonuç okunmamaktır, ezberlenmemektir. Yahya Kemal der ki “hafızada kalmayan mısraın kulağından tutup atıver gitsin.” Hafızada kalacak mısralar Türkçenin en duru şekilde kullanıldığı mısralardır.

Açıkçası şiir dilinde standardı bozacak aşırı örneklerle karşılaştığımı söyleyemem. Hangi kesimden olursa olsun şairlerimiz genellikle Anadolu insanın anlayıp kabul edeceği bir dili kullanmaktadır. Tabii bir şiirde her okuyucunun anlamayacağı türden birkaç kelime veya sembolün kullanılmasını da normal, hatta öğreticilik adına gerekli görüyorum.

Şiirlerinizi nasıl yazarsınız?
Önce günlük faaliyetlerimi ifa ederken yani konuşurken, yürürken, düşünürken şiirsel duyuşlar hissederim. O duyuşlar insicam halinde hafızamda şekillenir. Bir veya birkaç mısra olur. Unutma pahasına da olsa gün içinde yazmam onları. Gece el ayak çekilince bilgisayarımın başına geçer ve yazmaya başlarım. O sırada “Büyük Türkçe Sözlüğüm” mutlaka yanımdadır. Şiir bittikten sonra ihtiyaç duyuyorsam sözlükle dil testi yaparım. Ardından acaba o şiiri yalnızca o an ki ruh haliyle mi beğendim, yoksa duygu değişimine uğradığımda da hoşuma gidecek mi diye, tıpkı içine maya çalınan süt gibi dinlenmeye koyarım. Birkaç gün geçtikten sonra bu ürün hala hoşuma gidiyorsa birikimine güvendiğim bir iki kişinin değerlendirmesine sunarım. Bu badireler de aşıldıysa, artık o şiir benim içim vardır.

Konu arar mısınız ve sırf yazmak isteğiyle masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
Şiir yazmak için çarşıda ürün arar gibi konu aramam ama kapımdan içeri giren konuyu iyi ağırlamaya çalışırım.
Özelikle şiir yazmak isteğiyle, o ruh atmosferini yakalamadan masa başına oturmuşsam şiir yerine işporta malı üretip masadan başarısızlıkla kalkmışımdır. Kısa bir süre sonra da o ürünü imha etmişimdir.

En çok hangi yazarları okudunuz? Hangisinin etkisinde kaldınız?
Yaklaşık 25 yıldır okurum. Hal böyle olunca hangi yazarları daha çok okuduğum konusunda net bir cevap vermem sağlıklı olamayabilir. Diğer alanları bir tarafa bırakıp sorunuzu şiir ve roman ekseninde ele alırsak, okuduğum yerli şiir sayısı tercüme şiir sayısından, yabancı roman sayısı da yerli roman sayısından çok çok fazladır.
İlk şiirlerimde Necip Fazıl, Faruk Nafiz, Cemil Meriç, Peyami Safa ve Sezai Karakoç’un tesirinde kaldığımı düşünüyorum.

İlk şiirlerinizle şimdikiler arasında ne gibi bir ayrılık görüyorsunuz; edebiyat anlayışınız zamanla ne gibi değişikliklere uğradı?
1987’de “İnsan Boşluğu” adlı kitabın yayımlanması şiirim için bir dönüm noktası oldu. Sıçrama yapabilmek için şiiri daha kapsamlı şekilde ele almaya başladım. Şiirimin arka bahçesini oluşturan kültürel zenginlik adına şiir dışı alanlarda da bolca okudum. Dil, tarih, coğrafya, din, sosyoloji hatta mitoloji konularında kendimi geliştirdim. Batı resim sanatı ve onun izdüşümü olan doğu sanatları üzerine yoğunlaştım. Atasözleri, deyimler, türküler ve şarkılar üzerinde itinalı bir şekilde durdum.
Bu süreçle oluşan ufuk genişlemesi, kelime zenginliği, konu çeşitliliği tabii olarak daha donanımlı ve kaliteli ürünler doğmasına yol açtı.
Yani emek verdim şiire. Fuzuli’de diyor ya “şiirin % 99’u emek, % 1’i ilhamdır” diye. Eski şiirim ile yeni arasındaki fark budur.

Edebiyatımızın gelişimi için neleri gerekli görüyorsunuz?
Edebiyatçının hammaddesi kelimedir. Sözlüklerimizdeki kelime sayısı ne kadarsa hammaddemiz o kadar demektir. Gelişmiş batı dillerinde 300 bin kelimelik sözlüklerden söz edilirken, bizde bu sayı 60–70 binde kalmaktadır. Bu nedenle öncelikle değişik lehçeler taranarak ortak ve şümullü bir Türkçe sözlük yapılabilir.
Atasözlerimizin, deyimlerimizin kullanımına özel önem verilebilir. Kendi klasiklerimizin öğrenilmesi sağlanabilir. Yani, dikey ve yatay anlamda bize ait ne varsa bütün bunlar topluma öğretilmelidir. Bu yapılırsa sanatçı bu toplumsal standardın üzerine çıkmaya gayret edecek ve daha iyiye, evrensele yönelecektir.
Bu bağlamda denebilir ki, tarihsel derinliği olmayan milletlerin edebiyatı da yoktur. Bu anlamda Rus, Alman, Fransız Edebiyatı vardır ama Amerikan Edebiyatı yoktur. Amerika'nın teknolojisi ve sineması vardır.
Sanat bir gelenek işidir. Köklü bir geleneğimiz olduğu için şiirde, nevzuhur olan romana ve tiyatroya göre Dünya Edebiyat Tarihi bakımından çok daha iyi bir yerdeyiz.
Bu nedenle, kendi toplumsal değerlerine vakıf olmalıdır edebiyatçı.
Yetmez! Dünyayı en azından alaca karanlıkta fark edebilecek kadar tanımalıdır.
Yani edebiyatçı bir ayağını yaşadığı coğrafyanın üzerine koyup diğer ayağıyla bütün dünyayı dolaşabilmelidir. İşte o zaman edebiyatımız daha süratli adımlarla gelişir diye düşünüyorum.

Kendi kuşağınızın şiir kavramı ve kuramı nedir diye sorsak cevaplayabilir misiniz? Ya da söyle söyleyelim; sizin kuşağın şiir kuramı oluştu mu? Yoksa oluşma aşamasında mı? Eğer bu kavram ve kuram oluştuysa hangi öğeleri içeriyor?
Dil akımı ve edebiyatın gelişimi üzerine sorduğunuz sorulara verdiğim cevaplar sanırım bu sorunun cevabında da önemli yer tutacak. Şiir adına bir bildiri sunabilmek için onun kuvvetli bir arka bahçesine sahip olmak gerekir. Teorilerimiz genelde eylemlerimizden yana tavır koyar. Bu itibarla ben diyorum ki şiir, eskiyi bilerek ama ona takılıp kalmadan yeniyi arzulayarak, konuyu orijinal bir formla ve güçlü enstrümanlarla çalma sanatıdır. Bir arı ne kadar çok çiçekten beslenirse balı o kadar güzel olur. Şair de ne kadar zengin bir kültürel donanıma sahip olursa, şiirinin o oranda kaliteli olma şansı vardır. Şiirde konu ve şekil meseleleri daha detay sorunlardır.
Tabii, Poetika’nın, bir şairin bütün yazdıklarının savunması olduğuna; bu nedenle çok mühim bulunduğuna işaret edip daha geniş bir zamana erteleyelim isterseniz bu konuyu.

Peki, sizce bir sevdayı en iyi anlatan şiir yazıldı mı?
Bir şair der ki “Aşkın bir yolu vardır / Her yaşta başka türlü geçilen.” Eğer bir kişi bile her yaşta aşkın yolundan başka türlü geçiyorsa, farklı insanların sevdalarını birbiriyle kıyaslayıp hangisini anlatan şiir daha güzel diye bir soruya cevap vermek imkânsız… Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin’in aşklarını da birbiriyle mukayese etmek veya bunlar üzerine yazılan şiirleri kıyaslamak beyhude iş diye düşünüyorum.
Profesör İskender Pala’ya göre, Leyla ile Mecnun aşkını en iyi anlatan şiir Fuzuli’nin o ünlü kasidesidir. Bu sözün üstüne söz söylemek bana düşmez herhalde.

Şair kime denir, kimdir şair?
Şair içinde yaşadığı toplumun kültürel değerleriyle beslenen ve beslendiğini hisseden, ondan aldığını farklı ve estetik kılarak ona iade edebilen bir aydındır.

Şiirin toplumsal işlevi üzerine ne düşünürsünüz?
Şiir diraje sözdür. Sözün şifresidir. Bu itibarla duyguların en konsantre şekilde ifade edilmesini sağlar. Dilin gelişimini temin eder. Toplumsal anlamda ve duygusal bağlamda iletişim aracıdır. Daha iyiye ve daha güzele uzatılmış bir zeytin dalıdır.

Şair aynı zamanda hayat adamıdır? Hayatı yakından tanır, insanların nabzını en doğru şekilde ölçer ve kimi şairler birikimini romanlara döker. Hiç roman yazmayı düşünüyor musunuz?
Lisede öykü yazarken ileride roman yazmayı düşünüyordum. Ancak her işi yarım yamalak yapmaktansa, bir işi en iyi şekilde yapmanın daha doğru olacağına inandığım için, diğer alanları bırakıp şiire yöneldim. Bu nedenle roman yazmayı düşünmüyorum.
Şiirde de, yalnız benim okuduğum 100 şiirin şairi olmaktansa, 100 kişinin beğendiği bir şiirin şairi olmayı tercih ediyorum. O nedenle az yazıyorum.

Genç şair adaylarına neler önerirsiniz?
Öneride bulunmak mevkiinde görmüyorum kendimi. Ama bu işin heyecanını duyan biri olarak diyebilirim ki, ne yazarsak yazalım yanı başımızda mutlaka iyi bir Türkçe sözlük bulunmalı. Bolca okumalı ve iyi bir gözlemci olmalıyız. Yazdığımız anın heyecanı dindikten sonra onu gözden geçirmeliyiz. Şiirimizi yayınlamadan önce birikimine itibar ettiğimiz kişilerin eleştirisine sunmalıyız.

Sizce nasıl bir şiirdir yaşamak?
Müsveddesi olmayan bir şiirdir yaşamak.

(*) Mehmet Taştan'la, Yener Ekinci tarafından yapılan röportaj 27.06.2006 günü Adana-Zirve Gazetesinde yayınlanmıştır.