31 Aralık 2016 Cumartesi

O Akşam


Baharı anılarda bir mevsim zannederken,
Sanki ilk kez gördüğüm, bir bahardı o akşam.
İçimde buharlaşan düşlerin sıcaklığı,
Başıma ince ince yağan kardı o akşam.
Aramızdan mesut bir dalgınlık akıyordu,
Bakmaya kıyamadım intihardı o akşam.
Gizli gizli hayranlık nöbetini tuttuğum,
Girilmesi imkânsız bir hisardı o akşam.
Gökyüzünden üç elma düşmesini beklerken,
Masallar ülkesinden bir diyardı o akşam.
Yurdumu baştanbaşa tarumar edip geçti.
Gönlümün başkentine kadar vardı o akşam.

10 Aralık 2016 Cumartesi

Mabet Değiştiren Şehir: Strazburg / Mehmet Taştan

Şehir bir mabetle başlar ve onun etrafında şekillenir. Mabetlerin etrafında çoğalıp, ortak hayatı sürdürebilmek için hürriyetlerinin bir kısmından vazgeçerek hemşehri temelinde eşitlenen bireyler de, mabetlerde ulaşır kendi derinliğine... Yekdiğerine söylenmeyen hayata ve ölüm sonrasına dair bütün pişmanlık ve arzular orada dile gelip, kanatlanır semaya...  O yüzdendir ki, kadim zamanlardan beri şehirler, kendilerini var eden mabetlerle anlam kazanır; onlar ile anılır. İlk sakinleri Hacer ile İsmail olan Mekke, ölü ya da diri bütün Müslümanların yüzünü döndüğü Kabe'de; Kudüs, Süleyman Tapınağı olarak da anılan Mescid-î Aksa'da; İstanbul, bin beş yüzyıllık bir mabet olan Ayasofya'da bulur bütün ihtişamını.

Bir mimarın elinden çıkmışcasına kendi içinde uyumlu ve aynı estetik kodlarla bezenmiş olan Strazburg da öyle... Tüm şehir, Notre Dame Katedrali etrafında şekillenmiş... "Hanımefendimiz" anlamına gelen "Notre Dame" sözüyle kast edilen kişi ise, kuşkusuz Hz. Meryem... Dört yüzyılda tamamlanabilen mabedin iki kulesinden biri eksik bırakılmış yada yapılamamış. Ancak yakından fark edilebilen bu eksiklik, uzaktan bakıldığında, tek Tanrılı din anlayışının bilinçli bir tercihiymiş gibi bir his veriyor. Şehrin neresinden bakarsanız bakın, "gökyüzüne buradan çıkılır" dercesine kadetralin kulesi görünüyor. Öbür yapılarsa akort edilmiş bir sazın, "lâ" sesine uyumlu diğer telleri gibi...  Arada bir karşımıza çıkan ve cesamet itibariyle o bütünle uyumlu olsa bile, malzeme  ve desen itibariyle birer protez gibi duran zamane yapılarını saymazsak, şehir baştan sona taş binalarla örülü... İlk bakışta insanı mest eden o mükemmeliyet, biraz daha derine inince garip bir burukluk oluşturuyor insanda. Binlerce kölenin alın teriyle yükselen bu taş binaların yapımı sırasında, yanlış kesilen taşların bedelini kaç köle hayatıyla ödemiştir acaba?  Tevekkeli değil, ben bu soruyu sorarken, modern matbaayı bulan Gutenberg Heykeli çıkıyor birden karşımıza... Heykelin kaidesindeki kabartmalarda soylular ve zenginler sevinç halindeyken, elleri zincirli köleler, bağlarından kurtulmak için çırpınıyorlar... Matbaanın doğuşuyla, kitap okumanın yaygınlaşması, özgür düşüncenin ve bilimsel çalışmaların başlaması arasındaki paralellik anlatılmak isteniyor o temsillerle.
 
Zamanın ruhuyla kucaklaşmadan, görüneni fotoğraflamak isterseniz, Petit Frans veya Kleber Meydanı ilginizi çekebilir; Opera Binası'nda espressonuzu yudumlarken kendinizi çok iyi hissedebilirsiniz. Ama birbirini keserek geçen iki akarsuyun oluşturduğu dörtlü kavşağın üç köşesine kurulmuş, üç binada, Strazburg'u Noel’in başkenti olmanın ötesine taşıyan başka bir gerçeklik çağırır sizi… Gizemden uzak, çıplak bir dille... 

Birinci köşede, Avrupa (Birliği) Parlamentosu... Merkezi Brüksel'de bulunan Avrupa Birliği'nin yasama organına ait olan bu bina, paradan başka ilke tanımayan birliğin oportünist anlayışına uygun bir tasarımla yusyuvarlak... Hukuki hiç bir değeri olmaza bile, ülkemize yönelik hasmane tutumdan dolayı canımızı sıkan, "Türkiye ile müzakerelerin dondurulması kararı" işte bu binada alınmış. 28 üyesi bulunan Avrupa Birliği'nin, 751 milletvekilinden oluşan Parlamentosunda temsilcimiz yok. Çünkü bu birliğe üye değiliz. Yıllardan beridir aday ülkeyiz.

Suyun karşı kıyısında, Avrupa Konseyi binası var. Binanın önündeki gönderlerde asılı duran 47 üye ülke bayrağından biri bizim şanlı bayrağımız. Nerede olursa olsun insanın içini titreten o nazlı hilal... Konseyin varlık sebebi, sırf Yahudi, Polonyalı, çingene, özürlü veya eşcinsel olduğu için öldürülen on milyon insan... Yani Nazi soykırımı ya da batılıların ifadesiyle holokost... Avrupa Konseyi böyle bir tragedyanın bir daha yaşanmaması için, insan haklarını korumak amacıyla kurulmuş bir örgüt... Konseyin kurucu belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi... Konseyin üç ana organı var. Bunlar, 47 üyeden oluşan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 318 üyeden oluşan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve 47 yargıcı bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi...

Konseyin 12 kurucu üyesinden biri olan Türkiye, şimdi de örgütün en etkili altı üyesinden biri... Bakanlar Komitesinde Dışişleri Bakanı tarafından temsil edilen ülkemiz, Parlamenterler Meclisinde nüfus esasına göre üye ülkelere tanınmış en yüksek sayı olan 18 milletvekiliyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ise tüm üye ülkelerde olduğu gibi bir hakimle temsil edilmektedir.
 
 
Suyun iki kıyısından birbirine bakan Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Konseyi arasındaki tüp geçit köprüyü saymazsak, bu iki yapı arasında organik anlamda hiç bir bağ yok. Doğrudur, Birlik (AB) de, Konsey (AK) de Avrupa temelli örgütlerdir, Avrupa ülkelerinin tamamına yakını her iki örgüte de üyedir. Her iki örgütün de yasama, yürütme ve yargı organları vardır. Organlar arasındaki isim benzerliği, örgütlerin de birbiriyle karıştırılmasına, hangi organın hangi örgüte bağlı olduğu konusunda tereddütlerin doğmasına yol açmaktadır. Her iki örgütte de, ülkemize yönelik olarak çifte standart örnekleri bulmak mümkündür.

Ancak, Avrupa Birliği ekonomik temelli ve üyelerini zenginleştirmeyi esas alan bir örgüttür. Avrupa Konseyi ise, insan haklarını koruyup geliştirmeyi esas alan, bu hedefi gerçekleştirmek için demokrasiyi olmazsa olmaz sayan bir teşkilattır. Birliğin 28 üyesi, Konseyin 47 üyesi vardır. Birliğin tüm üyeleri birer Avrupa ülkesidir; Konseyin, Gürcistan, Azerbaycan gibi Avrupalı olmayan üyeleri vardır. Birliğin organları Brüksel, Strazburg ve Lüksemburg'a dağılmıştır. Konseyin bütün organları Strazburg’dadır. Birliğin milletvekilleri doğrudan Avrupa Parlamentosu için seçilirler. Yani bu kişiler kendi ulusal meclislerinde milletvekili değildirler. Konseyin Parlamento üyeleri ise, her üye ülkenin meclisindeki milletvekilleri tarafından, o ülkenin nüfusuna göre belirlenmiş 2 ilâ 18 arasında değişen sayılarla temsil edilmektedir. Milletvekillerinden en az birinin kadın olması zorunludur. Birliğin bakanlar konseyinde üye devleti, görüşülecek konunun özelliğine göre ilgili bakan temsil eder. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinde ise, üye ülkeleri dışişleri bakanları temsil eder. Birliğin mahkemesi, AB Adalet Divanıdır. Merkezi Lüksemburg’dur. Birlik hukukuna göre yargılama yapar. Konsey mahkemesinin adı: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'dir. Davalıları yalnızca üye devletlerdir.

Avrupa Konseyi'nin en etkili organı olan bu mahkeme (AİHM) su kavuşumunun üçüncü köşesinde boy gösterir. 1959'da kurulan ve ülkemizin 1990'dan beri zorunlu yargı yetkisini kabul ettiği yerdir burası... Verdiği kararlarla yalnızca olayın taraflarını değil, üye ülkelerin iç hukukunu da etkileyip yönlendiren yargı organıdır. Bir kararında, "Avrupa kamu düzeninin anayasal aracı" olarak tanımladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'ne göre yargılama yapar ama zaman zaman diğer uluslararası belgelere ya da mahkeme içtihatlarına atıfta bulunduğu da vakidir. Örneğin, sözleşmede bulunmadığı halde kararlarında sıkça kullandığı, "takdir yetkisi" kavramını Fransız Danıştay'ından, "yakın ve mevcut tehlike" kriterini ABD Yüksek Mahkemesi'nden almıştır.  

AİHS'ni dinamik ve güncel kılan mahkeme, üye devletler bakımından yasa hukukundan, içtihat hukukuna geçişin de habercisi gibidir. Hatta Yargıtay bir kararında kanun değerindeki iç hukuk normunu yok sayarak AİHM içtihadını uygulamak suretiyle bu durumu tebşir etmiştir. Anayasal düzenlemelerimiz başta olmak üzere, çeyrek asırdır yapılan yasal değişikliklerde bu mahkemenin açık tesirlerini görmek mümkündür. Anayasa Mahkemesi, iptal davalarında destek ölçü norm olarak kullandığı AİHM kararlarını, bireysel başvurularda ise doğrudan ölçü norm olarak kullanmaktadır... Sözleşme kapsamındaki konularda yüksek mahkemelerden başlayarak iç hukukumuzun dilini de değiştiren AİHM'in, Loizidio-Türkiye kararında, Londra-Zürih Antlaşmalarını ve Kıbrıs'taki Demokratik Anayasal düzeni ortadan kaldıran 15 Temmuz 1974 tarihli Sampson Darbesini yok sayarak, Türkiye'yi işgalci, Kıbrıs Rum Yönetimini adanın tek meşru temsilcisi olarak tanımlaması, bir gerekçe faciasıdır. Dini özgürlüklerin kullanılmasına ilişkin Leyla Şahin-Türkiye kararını unutarak verdiği Lautsi-İtalya kararında ise, çifte standart yorumlarını haklı çıkaran bir yol izlemiştir.
 
Ulusal güvenlik ile basın özgürlüğü arasındaki çatışmalar sebebiyle İngiltere'nin; Çeçenlere yönelik uygulamaları sebebiyle Rusya'nın; özel hayatın gizliliği ile ifade özgürlüğü arasındaki çatışmalar sebebiyle İsviçre'nin; terör suçlarında iç yargı yollarının tüketilmesini beklemeden başvuruları kabul ederek Türkiye'nin çokça canını sıkan AİHM, her şeye rağmen Avrupa Konseyi'nin hem en etkili, hem de en çok tanınıp rağbet edilen organıdır. Bu özelliğinden hareketle denebilir ki, sahibini unutturan eserler gibi AİHM de, bağlı bulunduğu Avrupa Konseyi'nin fevkine geçerek, üye ülkelerde yaşayan 823 milyon insana, hak arama adına son umut kapısı oluvermiştir.
 
Azerbaycan’da toplumsal olaylar sırasında polisten dayak yiyen bir gazeteciden, İspanya'da yazdıklarından dolayı mahkûm edilen bir siyasetçiye; Almanya'da tatil fotoğrafları yayınlanan Monaco Prensesinden, Türkiye'de konuşmalarından dolayı mahkum edilen tarikat şeyhine kadar, insan olmak ve hak aramak dışında ortak paydaları bulunmayan on binlerce insanı koridorlarında buluşturmuştur.
 
Milli bir gözlükle bakıldığında, toplumsal meşruiyetleri ve ulusal hassasiyetleri hafife alan bu dönüşüm;  Avrupa Konseyi kadrajından, 47 ülkenin tamamında demokrasinin yerleştirilmesi ve insan hakları algısının tekleştirilmesi olarak okunabilir. Ama meseleye şehrin merkezi olan mabet temelinde baktığımızda, olan Notre Dame Katedrali’ne olmuştur. Zira Strazburg deyince artık kimselerin aklına yangınlarda pişip, dört yüzyılda bu günkü kıvamına kavuşan o muhteşem Katedral gelmiyor. Sanki şehir ilahi mabedini seküler olanla değiştirmiş gibi herkesin aklına mimarisi teraziyi andıran şu nevzuhur AİHM geliyor.
 
Bu yüzden midir, nedir AİHM'de duruşmalar zangocu çağrıştıran bir mübaşirin ayine davet eden, teatral bir nidasıyla başlıyor. Ve üyeler de o davetin şevkine kapılarak vecd halinde giriyorlar salona...

Duruşma, kimse incitilmeden saatlerce sürüyor... Karar içinse anne karnındaki bebek kadar sabretmek gerekiyor.