Ülkemizde, ilk kez 12 Nisan
1993’te ODTÜ’de başlayan internet kullanımı, yedi-sekiz yıl içinde yaygınlaştı.
İnsanımızın olmazsa olmazları arasına girdi. Bu gelişme, gerçek hayatın
yanında, günden güne etkisini artıran bir sanal âlemin doğmasına yol açtı.
Artık insanlar yanı başındakiyle konuşmak yerine, internet üzerinden iletişim
kurmaya, aradığı her türlü bilgiye bu yolla ulaşmaya, istediği müzikleri
dinlemeye ve filmleri izlemeye, duyurmak istediği her türlü fikir ve
görüşlerini aynı yolla yaymaya başladı. Hatta ticari hayat bile internete
kaymaya, para transferleri ve bankacılık işlemleri internet üzerinden yapılmaya
başlandı.
Hiçbir siyasi sınır tanımayan,
bir tuşa dokunmakla dünyanın diğer ucuna ulaşma imkânı sağlayan internet,
yalnız hayatı kolaylaştırmakla kalmadı; kötü niyetli kişilerin internet
üzerinden gerçekleştirdikleri eylemler
nedeniyle pek çok hukuki sorunu da
beraberinde getirdi. Tabiidir ki, ortaya çıkan bu sorunları çözmek ve internet
üzerinden işlenen suçlarla mücadele edebilmek için ülkeler, hem ulusal ölçekte
hem de uluslararası ölçekte çözüm arayışına girdiler.
1996 yılında ABD, 1997 yılında
Almanya, 1998 yılında İngiltere, 2000 yılında Fransa İnternet üzerinden işlenen
suçlarla mücadele edebilmek için iç mevzuatlarında değişiklik yapma yoluna
gitti. Ancak mahiyeti itibariyle ulusal sınır tanımayan internet suçlarıyla,
ülkelerin tek başına mücadele edebilmesi mümkün değildi. Zira faili bir ülkede,
mağduru bir başka ülkede olan olaylarla ilgili olarak etkin bir soruşturma
yapılabilmesi, failin yargılanıp cezalandırılabilmesi için her iki ülkenin o
eylemi suç olarak kabul etmesi, takibe değer bulması gerekiyordu. Çarpıcı bir
örnekle mağdurun bulunduğu ülkenin suç kabul ettiği bir yazı, failin bulunduğu
ülkede övgüyle karşılanıyorsa iki ülkenin bu suç nedeniyle faili cezalandırma
konusunda iş birliği yapması düşünülemezdi.
Bu durumu gören Avrupa
Konseyi, hazırladığı, Sanal Ortamda İşlenen Suçlar
Sözleşmesi’ni, 23 Kasım 2001 tarihinde Budapeşte’de imzaya açtı. ABD’nin de
aralarında bulunduğu 79 ülkenin imzaladığı bu sözleşme, 1 Temmuz 2004 tarihinde
yürürlüğe girdi. Türkiye’nin iç hukuk düzenlemelerinin tamamladıktan sonra 10
Kasım 2010 tarihinde imzaladığı bu belge, özellikle telif haklarının ihlali,
bilgisayarla bağlantılı sahtecilik, çocuk pornografisi ve güvenlik ağlarının
ihlali konularına odaklanmaktadır. Sanal ortamda işlenen suçların ortak
tanımlarının yapılmasını, bu alanda ülkelerin maddi ceza hukuku normlarının
uyumlu hale getirmesini, suçların soruşturulması ve kovuşturulması için gerekli
olan yerel ceza usul hukuku yetkilerinin sağlamasını ve etkin bir uluslararası
iş birliği rejimi oluşturulmasını amaçlamıştır.
Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak
Türkiye de internet ortamında yapılan yayınların
düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen mücadele edilmesi için gerekli
yasal düzenlemeleri yapmanın yanında, uygulamada koordineyi sağlayacak ve
gerektiğinde takip yapacak olan Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Erişim Sağlayıcıları Birliği gibi kuruluşlar inşa edilmiştir. Cumhuriyet
Başsavcılıkları ile kolluk bünyesinde sanal âlemde işlenen suçların takibi için
özel birim ya da müdürlükler oluşturuldu.
Bu yeni süreç, çoğu İngilizce kelimelerden oluşan yeni bir dili de hukuk lisanımıza taşımıştır. Bilgisayar ve internet sektörünü elinde tutan batılı şirketlerin o ürünlere ve müştemilatına verdikleri adlar, twitter, facebook gibi popüler internet sitesi adları, sanal ortamda işlenen suçlarla ilgili soruşturma ve yargılama işlemelerinde de farklı bir dilin doğmasına yol açmıştır. Öyle ki, internet suçları üzerinde çalışmayan hukukçuların ya da kolluk görevlilerinin anlamakta zorlanacakları bir dil, bu suçlarda adli sürecin başından sonuna kadar kullanılan zorunlu lisanı olmuştur. Bu yeni kavramlar “siber suç, proxy ayarları, hardisk, dijital delil, server, wireless, mantion, snapshot, flash bellek, twitter, facebook, hotmail, yahoo” örneklerinde olduğu gibi İngilizce kelimelerin doğrudan hukuk dilimize girmesi şeklinde olabildiği gibi, URL, IP, CD, DVD örneklerinde görüldüğü üzere bazen de, İngilizce kelimelerin ilk harflerinden oluşturulmuş kısaltmalarla bu dil taarruzu gerçekleşmektedir. Bu kelimelerden bir kısmı, bulunabilen yeni Türkçe karşılıklarıyla değiştirilse de, bu çabaların internet ve bilgisayar teknolojisinin hızına yetişmesi mümkün görünmemektedir. Bu gerçeklikten hareketle denebilir ki, bu tür suçların takibinde, ilk zorluğu ve belki de en kalıcı mağduriyeti bizatihi Türkçenin kendisi yaşamaktadır.
Bu tür soruşturulmalarda, internet
suçlarının beylik sözü olan “dijital delil” araştırmasında kullanılan dilin,
yabancı teknik kelimelerle dolu olması, internetin kendisini sürekli yenileyip
geliştirmesi karşısında hukukun her seferinde bir adım geride kalıp ona ayak
uyduramaması, iş yoğunluğuna karşın sayısal anlamda personel yetersizliği
dışında çeşitli zorluklarla karşılaşılmaktadır.
Şöyle ki, bu suçlarda, suça ve faile
ulaşabilmenin en sağlıklı yöntemi dijital delille mümkün olabilmektedir.
Dijital delil elde edebilmek için, öncelikle suçta kullanılan bilgisayarın
hizmet aldığı internet protokol (IP) bilgilerine ulaşılması, bu bilgilerden
hareketle o bilgisayarın fiziki anlamda muhafaza altına alınıp incelenmesi ve
suç oluşturan işlemlerin o bilgisayar üzerinden işlenip işlenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
Erişim ya da içerik sağlayıcısı ülkemizde
olan veya ülkemizde temsilciliği bulunan internet siteleri üzerinden işlenen
suçlarda, genellikle dijital delil yöntemiyle şüpheliye ulaşılabilmekte, kesin
delil elde edebilmek için mahkemeden karar almak suretiyle şüphelinin internet
hizmeti sunan cihazlarına el konulmakta, yapılan dijital incelemeyle suça konu
verilere ulaşılmaya çalışılmaktadır.
Böylesi durumlarda yasanın amir hükmü
gereği el konulan cihaz içeriklerinin, iki adet kopyası (imajı) alınmakta,
bunlardan biri şüpheli şahsa verilmekte, diğeri adli makamlarda kalmaktadır.
İncelenecek cihazların kapasitesine göre imaj alınabilmesi için yedek
hardisklere ihtiyaç duyulmakta, bu da her bir soruşturmada 500TL’den aşağı
olmayan tahkikat masrafına yol açmaktadır. İnternet üzerinden işlenen suçların
günden güne yaygınlaşması nedeniyle, ülke genelinde soruşturma masraflarının
astronomik rakamlara ulaşmasına yol açmaktadır. Böylesi bir yoğunlukta, suça
konu bilgisayarın incelenmesinden raporlama işlemine kadar geçen süre 3-4 ayı
bulabilmekte, neticede soruşturmanın uzamasına sebebiyet vermektedir.
Evlerde ya da az sayıda kişinin kullandığı
işyeri bilgisayarları üzerinden işlenen suçlarda faile ulaşabilmek daha kolay
olabildiği hâlde, internet kafe, lokanta, bar, öğrenci yurdu gibi toplu
kullanıma açık alanlarda işlenen suçlarda, genellikle faile ulaşılamamaktadır.
Evlerdeki bilgisayarların kullanılması suretiyle işlenen, üst sınırı iki yıla
kadar olan hakaret gibi suçlarda, suçun ihlal ettiği değerle, delil elde etmek
için girilen mahremiyet alanı arasında şöyle bir denge sorunu yaşanmaktadır: CMK 75/5’in “üst sınırı iki yıldan daha az hapis
cezasını gerektiren suçlarda, kişi üzerinde iç beden muayenesi yapılamaz;
kişiden kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi
örnekler alınamaz” hükmünü amir bulunmaktadır. Bu maddeye göre, üst sınırı iki
yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda, kişinin mahremiyet alanını
korumak adına beden muayenesi bile yapılamazken, aynı nitelikteki bir suç için
şüpheliyle birlikte aynı konutta oturan diğer aile fertlerinin mahremiyet
alanına girilerek, ikametinde arama yapılmasının; tüm aile fertlerinin
resimlerini, özel yazışmalarını içeren dijital materyallere el konulup
incelenmesinin kanun koyucunun iradesiyle bağdaşıp bağdaşmayacağı meselesi
gündeme gelmektedir.
Siyasi sınır tanımayan internet kullanımı
karşısında, ülke dışından gerçekleştirilen eylemlerde, suçun işlendiği
bilgisayarın internet protokol (IP) bilgilerine çoğu zaman ulaşılamamaktadır.
Yabancı menşeli internet sitelerinde işlenen suçlarda, erişim ve içerik
sağlayıcılarının da o ülkede bulunması nedeniyle başlatılan soruşturmanın
başarılı olabilmesi, ya o internet sitesinin Türkiye’de temsilciliğinin
bulunmasına ya da o ülkeye yapılan adli yardım taleplerinin kabul görmesine
bağlıdır. Örneğin, ülkemizde milyonlarca kullanıcısı olan facebook, twitter
gibi internet sitelerinin erişim ve içerik sağlayıcıları da ABD’nde
bulunmaktadır. Her iki şirketin ülkemizde temsilciliği de yoktur. ABD’nin iç
mevzuatı gereği, “çocuğun cinsel istismarı, intihara
yönlendirme, ölüm tehlikesi içinde kaybolma, uluslararası terörizm, vahşet
(vandalizm)” dışında kalan suçlarda adli yardım taleplerinin olumlu
karşılık bulmaması nedeniyle, anılan sitelerde işlenen suçlarla ilgili olarak
başlatılan soruşturmalar, açık kaynak araştırması ya da beyan gibi yöntemlerle
delil elde edilemediği takdirde akim kalabilmektedir.
Bir kısım ülkelerde ise internetle ilgili
yasal düzenlemeler yapılmadığı için, o ülkeden işlenip sonuçları Türkiye’de
görülen suçlar bakımından yapılan adli yardım taleplerinin sonuçsuz kaldığı
vakıadır.
İnternetin siyasi sınır tanımayan evrensel
hızı karşısında, bu yolla işlenen suçları takipte uluslararası iş birliğinin
kaçınılmaz olduğunu gören ülkelerin imzaladıkları Budapeşte Sözleşmesi de
maalesef kısa bir süre içinde eskimiş, bu suçlarla mücadelede yetersiz hâle
gelmiştir. Ülkelerin siyasal sistemlerinin, özgürlük ve suç anlayışlarının
birbirlerinden farklı oluşu, Rusya örneğinde olduğu gibi birçok ülkede internet
suçlarıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılmamış bulunması, bu suçlarla
mücadeleyi oldukça zorlaştırmaktadır.
Gelinen aşamada, ortaya çıkan sonuç şudur
ki, siyasi sınır tanımayan internet suçlarıyla mücadelede, evrensel standartlar
listesi belirlenip, uluslararası iş birliği yoluna gidilmedikçe, ülkesel bazda
etkin soruşturmalar, faillerini ortaya çıkarmak ve cezalandırmak mümkün
görünmemektedir. Öyle ki, ülkemiz hukuk sistemi bakımından suç oluşturan bir
paylaşıma yönelik engelleme bile lokal olmaktan öteye gitmemekte, görülmesi
engellenen metin ya da resimler Türkiye ayarlarına göre görülemez hâle
getirilirken, proxy ayarlarında yapılan değişikliklerle görülebildiği gibi
yurtdışında dünyanın her yerinde de rahatlıkla izlenebilmektedir. Twitter gibi
ABD menşeli siteler üzerinden işlenen suçlarda bu durum zaman zaman karşımıza
çıkmaktadır.
Dünyayı büyük bir köy hâline dönüştüren,
internetin kötü niyetli kullanıcılarından insanlığı korumanın yolu Birleşmiş
Milletler gibi evrensel bir karar mekanizmasından geçmektedir. Tüm dünya
ülkelerinin katılımıyla internet suçu kabul edilecek eylemlerin listesi
çıkarılması ve soruşturma standartlarının belirlenmesi günden güne artan bir
ihtiyaca dönüşmektedir. En azından o katalog suçlar bakımından, Birleşmiş
Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) benzeri koordinasyon örgütü kurulup
etkin ve hızlı takip sistemine geçilmedikçe bu türlü suçlarla mücadelede başarı
yüzdesinin artacağını beklemek fazlaca iyimserlik olur.
O hâlde insanlık, özgürlükler ile diğer
menfaatler arasında adil bir dengeyi kuracak evrensel sisteme varma konusunda yavaş yavaş
acele etmeli...
(*) Bu yazı Hece Dergisinin, Dijital Kültür başlığıyla çıkan 32. özel sayısında yayınlanmıştır.