Aşil’in topuğu neyse, insanın ölümsüzlük
arzusu da odur. En zayıf noktası yani… Öyle ki insan, “size yasak edilen şu
ağacın meyvesini yerseniz, ölümsüzlüğe ulaşırsınız” sözüne kanıp, yasak
meyveye el uzattığı için cennetten kovulur ve yeryüzüne sürgün edilir. Ama
binlerce yıldır yaşadığı dünyada da kendini bu duygudan arındıramaz. O yüzden
kutsal metinler dine uygun yaşayanlara, “ölümsüz bir cennet hayatı” vaad
eder.
Ölümsüzlük arzusu, yalnız kutsal
metinlerde değil, kadim destanlarda da çıkar karşımıza… Sümer mitolojisine
göre, yakın bir dostunun ölümüyle sarsılan Uruk Kralı Gılgamış,
ölümsüzlük iksirini keşfeden bilgeyi bulmak için yollara düşer. Meşakkatli bir
yolculuğun sonunda bilgeyi bulur ve iksiri ister. Ama kral, aldığı otu
yiyemeden bir yılana kaptırır ve Uruk şehrine eli boş döner.
Mahiyetleri birbirinden farklı olan ve
sonu hüsranla biten bu öykülerden geriye, abı hayat ve bengisu gibi boynu bükük sözler kalır.
“Dünyaya geldim, gitmiyorum” deme saadetine eremeyen insanın arayışı öğrenilmiş çaresizlikle boyut değiştirir.
Topraktan aldığını toprağa, göklerden aldığını göklere iade ettikten sonra
hayata kattıklarıyla bu dünyada var olmanın yolunu bulur. O yol,
unutulmaz bir hayat sürmek, başka hayatların ışığı olmak ya da kreatif bir eser
bırakmaktır. Üstelik bu seyirde, statülerin bir önemi yoktur ve konu
serbesttir. Mühim olan, dünyada geçirilen zamanı aşan ve insanlarda saygı
uyandıran kalıcı bir değer üretebilmektir. Örneğin, MÖ 1. Yüzyılda köle olarak
yaşamış olan Spartaküs, köleleri örgütleyerek Roma’ya karşı verdiği
özgürlük mücadelesiyle iki bin yıllık bir destana dönüşür. Akşemseddin,
tarihin gördüğü en büyük liderlerden biri olan Fatih’in hocası olmakla
bengisu içer.
Bundan tam 4300 sene önce Mezopotamya’da
yaşamış olan şair Enheduanna ise şiirle ölümsüzleşmeyi
fısıldar bize…. O fısıltı, yüzyıllar sonra bir başka şairin, “baki kalan
kubbede hoş bir seda imiş” mısraında kristalleşir. Yirminci yüzyılda
yaşayan üçüncü bir şair, “yanarım benden evvel can veren eserime” mısraı
ile şairlik sebebini ifşa eder.
Cemil Meriç’in ifadesiyle, eser, şairin
“içine kafasındaki bütün ışığı doldurup dalgalara fırlattığı şişedir…
Denize
atılan şişe hangi sahilde, hangi bahtiyar tarafından bulunacak… Kumsalda
oynayan çocuklar içindeki tomarı uçurtma mı yapacaklar?”
Şairin ölümünden yüzyıllar sonra yaşayacak
çocuklarca şiirlerinin uçurulması… Tam da şairce bir hayal…Peki ama buna ulaşmanın yolu ne? Neyi,
nasıl yazmalıyız ki, hayatı, dünyadaki bedenimizle sınırlı olmaktan kurtarıp,
şiir yoluyla geleceğe taşıyabilelim?
Bu yolun ilk adımı, şiir semasının
yıldızlarını kana kana içmektir. “Herkes kendi zannınca oldu gönlümün yâri / Aramadı
hiç kimse içimdeki esrarı” mısralarıyla 13. yüzyılda bir yanardağ gibi patlayan Mevlana’yı; “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i
ekvân olan âdemsin sen” şeklindeki beyitle Monteigne’nin ömrünü verdiği Denemeler’i 18. yüzyılda hülasa eden Şeyh Galip’i; “Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden” dizlerini 19.yüzyılda bir fikrin sembolü kılan Namık Kemal'i ve onlarla aynı kafilede uçan diğer usta şairleri döne döne okumaktır.
İçtiğimiz bu şiirler susuzluğumuzu gidermek yerine yangınımızı daha da artıracak ve bizi başka bir soruya
götürecektir: O ihtişama nasıl varılır?
Malum, her çiçek kendi tabiatına uygun
iklim ve toprakta yetişir. Kalıcı olma iddiasındaki şairin, ihtiyacı olan iklim
ve toprağa kavuşabilmek için, düşünsel ve duygusal anlamda taşacak kadar
dolması gerekir. O nedenle şair, okuyarak kendini sürekli
yenilemeli; suya atılan taş misali, yerelden evrensele doğru halka halka genişlemelidir. Evrenin özü olan insanı bütün
katmanlarıyla tanımalı, hayatı hissederek yaşamalıdır. Baktığını, başka bir
nazarla gören titiz bir gözlemci olmalıdır. Asaleti, özgürlüğe
bağlılıkta bulmalı; savunduğu değerleri şiirinden önce ruhuna işlemelidir.
Böylece olgunlaşan şair yazmak istediği şiirin aradığı kıvama kavuşacak;
mısralar, istem dışı bir şekilde coşkuyla döküleceği şelaleye varmış olacaktır.
Şiir kelimelerle yazılır. Onun için şair,
kelimelerin tutkulu aşığı olmalı; sözlüğü ana sütü gibi aziz bilmelidir.
Mimaride taşın işlevi neyse, şiirde kelimenin işlevi odur. Çürük
taşlarla yapılmış bir binanın ömrü ne kadar olursa, ölü ya
da özürlü bir dille yazılmış şiirin ömrü de o kadar olur. O yüzden şair,
yaşayan Türkçeyi esas almalı, zamana dayanıklı kelimeleri tercih etmeli, dilin
mimari ve melodisine sahip çıkmalı, mevsimlik rüzgarlara kapılmamalıdır.
Esasen, geçmiş yüzyıllarda yazılmış halk şiirlerinin, çağdaşı oldukları divan
şiirlerine göre, bugün daha kolay anlaşılması, bu gerekliliği ortaya
koymaktadır.
Şiir bir gelenek işidir. Ancak geleneği
sürdürmek, geçmişi tekrar etmek değildir. Aynı ırmaktan sürekli başka suların
aktığı gibi gelenekten beslenen her şair, şiir yatağında kendi özgün sesiyle
akabilmelidir.
Şiir yolculuğunda genç şairin önündeki
engel başkasını taklit etmek, usta şairi bekleyen tehlike ise kendisini tekrar
etmektir. Onun için şair, vardığı her menzilde, heybesini açmalı, şiirlerini
başkalarından ve kendi geçmişinden ayıklayabilmelidir.
Şiir yalnız diliyle değil, ruhuyla da
tazeliğini koruyabilmelidir. Ufka dalan bir adamın dudağında terennüm, aynadaki genç
kızın bakışlarında cilve, ateşli bir hatibin dilinde söylev, mazluma güç veren
bir direnç olmalıdır. Bir mektup onunla başlamalı, sohbet onunla ısınmalı,
ayrılık onunla teselli bulmalı, öfke onunla patlamalıdır. “Hayatım
alevler içinde / O beni dağlardaki böğürtlen dikenlerinde mecbur etti yürümeye” mısralarında
olduğu gibi aradan binlerce yıl geçse de taşıdığı duygu solmamalıdır.
Bunca meşakkat, bunca çile, faniler dünyasında
ölümsüzleşmeyi garanti eder mi? Asla… Yarım asırlık cihan hükümdarı Kanunî bile
şair sıfatıyla sadece “Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi / Olmaya
cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi” beytiyle hatırlanabildiğine göre, bu
yolculuktan Gılgamış gibi eli boş dönmek her zaman mümkün... Ama tarih,
aktörlerini vazgeçenlerden değil, ısrar edenlerden seçer.
Tıpkı Mecnun gibi…
Resim: https://walldump.com/wallpaper/digital-art-minimalism-portal-science-fiction-photoshop-D6EQna9KN