17 Temmuz 2014 Perşembe

Bekle Beni Mona Roza

Bekle Beni ve Mona Roza... Biri Rus edebiyatının, diğeri Türk edebiyatının en çok okunan aşk şiiri... Her iki şiiri, öyküleriyle birlikte bilen birinin, bu şiirlerden biri okuduğunda diğerini hatırlamaması zayıf ihtimal... Aralarındaki benzerlik, şekil ve üslup bakımından değil elbette.. Her iki şiirde yaşanarak yazılmış.. Her ikisi de aşk şiiri... Birbirlerine yakın tarihlerde yazılmışlar.. Bekle beni 1943'de, Mona Roza 1950'de kaleme alınmış.. Arkaplan öyküleri, şiirlerin tanınma ve okunma serüvenleri benzeşiyor.. Her iki şiir de kitap sayfalarıyla tanışmadan önce şiir severlerin gönlüne düşmüş. Okuyucuların kişisel gayretleriyle yazılıp, çoğaltılmış, çok okunmuş, çok sevilmiş, çok ezberlenmişler.. Her iki aşkta hüsranla sonlanmış.. Her iki şiirin kadını da o karasevdaya, o tutkuyla yazılan şiire kayıtsız kalmış... Her iki şair de ölesiye susmuş.. Aşkları üzerine, duyguları üzerine, yaşadıkları üzerine konuşmayı zül addetmişler.

Tabii bu iki şiirin, birbiriyle hiç benzemeyen yanları da var. "Bekle beni" şairin cephede ölümle pençeleştiği, çıldırmakla ölmek arasında gidip gidip geldiği bir gecede yazılmış. Mona Roza, rahat bir ortamda dökülmüş kağıda... Yazılış şartlarındaki farklılığın tesiriyledir ki, "bekle beni" şarkı olacak kadar yalın ve kısa; "Mona Roza" bestesi yapılamayacak kadar derin ve uzun... Bekle beni, öykünün efsaneleştirdiği bir şiirdir; Mona Roza şiirin efsaneleştirdiği bir öyküye sahiptir. Bekle Beni şiirinde öykü hazin ama çıplaktır. Bütün ravilerin anlatımları aynıdır. Mona Roza'nın gerçek öyküsü var mıdır? Varsa nasıldır bilinmez. Şiirin yazılmasından altmış yıl sonra ortaya çıkıp konuşan Mona Roza'nın söyledikleri gerçekle ne kadar örtüşüyor, o da meçhul. Çünkü, onun söyledikleri de "buram buram hakikat kokan" şiirin ruh haliyle hiçte uyuşmuyor. Yani orta yerde öykünün efsaneleştirdiği bir şiir değil, şiirin ihtişamıyla üretilmiş birbirine benzemeyen birden fazla öykü vardır. Karakoç konuşmadığı, yanında bu konunun konuşulmasına izin dahi vermediği için bu muğlaklığı gidermek de mümkün değil. Bekle Beni şiirinin şairi Konstantin Simonov da, ilham kaynağı olan Valentina Serova da aramızda değiller. Bu dünyadan göçeli seneler olmuş. Sezai Karakoç da, Mona Roza adını verdiği Muazzez Akkaya da hayatta.. Şair bekar, Roza ise dul... Yaşları seksenin üzerinde... Üstelik her ikisi de İstanbul'da yaşıyor.

Gelelim öyküleriyle birlikte şiirlere... 

Konstantin Simonov, aşık olduğu, "senin yüzün benim kaderim" dediği, sinema oyuncusu Valentina'yla evlendikten kısa bir süre sonra subay olarak askere alınır. Volgograd (Stalingrad) cephesinde ölümle çıldırmak arasında gidip geldiği bir gecede o meşhur şiiri yazar.

"Yağmurlar içinde bekle beni
Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle 
Kimseler beklemezken 
Sen bekle beni."

Mısralarıyla sevgilisine seslendiği şiiri bir kuryeyle gazeteye gönderir. Gazetede yayınlanınca, sevgilileri cephede olan kızların diline düşer. Savaşta ölen askerlerin yürek hizasındaki ceplerinden bir muska gibi hep bu şiir çıkar. Savaş biter ve Simonov sağsalim döner cepheden. Kavuşur Valentine'sına ama o artık bıraktığı kadın değildir; Sovyet sinemasının en ünlü yıldızlarından biridir. Şair deliler gibi sevdiği kadını, dedikodularla çalkanan hayatı yüzünden 1957'de sessizce terk eder. Valentina 1975 yılında ölür. Simonov cenazeye katılmaz. Ertesi sabah Serova’nın mezarı başında bir saksı içinde mavi hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe bulunur. Kırmızı saksıya iliştirilmiş küçük bir kağıt... Üzerinde işlek bir el yazısıyla yazılmış kısa bir not: "bekle beni..." O kadar.. Başka bir şey yok.. Simonov, 28 Ağustos 1979′a kadar tek başına yaşar Serova'sız dünyada. Ve o gün ölür ya da sevgilinin peşinden gider.

Bizim edebiyatımızın efsane şiiri ise, "Mona Roza siyah güller, ak güller / Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak" mısralarıyla başlar. Daha ilk mısralarda derin yaşanmışlığı ele veren şiir, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde platonik bir aşkı anlatır. Taşra delikanlısı olan Sezai, sınıf arkadaşı Muazzez Akkaya'ya fena halde tutulur. Ama kız üst bir sosyal sınıfa aittir. 1950 Türkiyesinde şampiyon olacak kadar iyi bir ping pong oyuncusudur mesela... Aralarında aynı sınıfta okumanın ortak paylaşımları olsa da, bunlar, şairin deliler gibi sevdiği kıza açılmasına yetmemektedir. Şaire hep uzaktan seyretmek kalır. Ve O'nda gördüğü herşeyi, ona ait her bir ayrıntıyı "mıh gibi aklında tutmak" düşer. Muhacir kızı oluşundan, tesadüfen Geyve'ye birlikte yapılan tren yolculuğuna kadar... Yanardağı patlatan basınç gibi o aşkta şairi patlatır ve o büyük şiir doğar. "Bir gül" anlamına gelen "Mona Roza" adlı, 14 kıtalık şiirde, "Muazzez Akkaya" ismiyle iki kez akrostiş yapılmış şaheser çıkar ortaya...

Bir kıtasında sevgiliye;

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı;
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı,
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı! 

Mısralarıyla seslenen şair bu şiiri ilkkez, fakültenin mezuniyet gecesinde okur. Roza'da o salondadır elbette. Gecenin bitiminde şaire gülen gözlerle yaklaşır: "Bu şiiri bana mı yazdın Sezai" der. Şairin cevabı yine şiircedir: "Evet ama benim Mona Roza'm şiirlerde kaldı."

Şiirin yazılmasına kadar herşeyin hakikat olduğu öykünün, efsaneleşme süreci okunma anından Muazzez Akkaya'nın 2012'de ortaya çıkmasına kadar sürüp gider. Kimi, "Roza intihar etti" der. Kimi "bir subayla evlendiğini ve kocasının Kıbrıs Barış hareketinde şehit düştüğünü" söyler. ABD'de inzivaya çekildiğini söyleyenler de vardır. Bunların hangisi gerçektir bilinmez ama hakikat olan bir şey var ki, Sezai Karakoç bir sevmiş, pir sevmiştir. Mona Roza'dan mahrum kalmanın yasını ömür boyu tutmuş ve hiç evlenmemiştir. O şiirin basılmasını, okunmasını dahi yasak etmiştir. Taa ki 2000'lere kadar...

Mona Roza üzerindeki efsaneler böyle sürüp giderken, şiirseverler ilk günden itibaren çok sevdiği bu şiiri elyazmalarıyla, teksirlerle çoğalttı. Ruhuna nakşedercesine okudu.

Ve nihayet, Muazzez Akkaya'yı gökte arayanlar yerde buldu. ABD'de yaşadığı sanılırken Kadıköy'de ortaya çıktı ve mahalli bir gazeteye konuştu. Özetle, "Sezai'nin beni sevdiğinden de, Mona Roza şiirini bana yazdığından da haberim yoktu" dedi. O muhteşem şiiri yazdıran aşkı Sezai Karakoç'un hal ve tavırlarından anlamamış olması, adına yazılan akrostişli şiirden bunca zamandır habersiz kalması ihtimali, bana hiç inandırıcı gelmese de efsaneyi yıkmaya yetti. Mona Roza tutkunu bir çok yazar-çizer epey kızdı Muazzez Akkaya'ya... Hayallerindeki kadını yıktığı için...

Şair ise hâlâ suskun.. Sanki üzerinde "Bekle Beni Mona Roza" diyen bir sessizlik var....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder