Bekle
Beni ve Mona Roza... Biri Rus edebiyatının, diğeri Türk
edebiyatının en çok okunan aşk şiiri... Her iki şiiri,
öyküleriyle birlikte bilen birinin, bu şiirlerden biri okuduğunda
diğerini hatırlamaması zayıf ihtimal... Aralarındaki benzerlik,
şekil ve üslup bakımından değil elbette.. Her iki şiirde
yaşanarak yazılmış.. Her ikisi de aşk şiiri... Birbirlerine
yakın tarihlerde yazılmışlar.. Bekle beni 1943'de, Mona Roza
1950'de kaleme alınmış.. Arkaplan öyküleri, şiirlerin
tanınma ve okunma serüvenleri benzeşiyor.. Her iki şiir de kitap
sayfalarıyla tanışmadan önce şiir severlerin gönlüne düşmüş.
Okuyucuların kişisel gayretleriyle yazılıp, çoğaltılmış, çok
okunmuş, çok sevilmiş, çok ezberlenmişler.. Her iki aşkta
hüsranla sonlanmış.. Her iki şiirin kadını da o karasevdaya,
o tutkuyla yazılan şiire kayıtsız kalmış... Her iki şair
de ölesiye susmuş.. Aşkları üzerine, duyguları üzerine,
yaşadıkları üzerine konuşmayı zül addetmişler.
Tabii
bu iki şiirin, birbiriyle hiç benzemeyen yanları da var. "Bekle
beni" şairin cephede ölümle pençeleştiği, çıldırmakla
ölmek arasında gidip gidip geldiği bir gecede yazılmış. Mona
Roza, rahat bir ortamda dökülmüş kağıda... Yazılış
şartlarındaki farklılığın tesiriyledir ki, "bekle beni"
şarkı olacak kadar yalın ve kısa; "Mona Roza"
bestesi yapılamayacak kadar derin ve uzun... Bekle beni, öykünün
efsaneleştirdiği bir şiirdir; Mona Roza şiirin efsaneleştirdiği
bir öyküye sahiptir. Bekle Beni şiirinde öykü hazin ama
çıplaktır. Bütün ravilerin anlatımları aynıdır. Mona
Roza'nın gerçek öyküsü var mıdır? Varsa nasıldır bilinmez.
Şiirin yazılmasından altmış yıl sonra ortaya çıkıp konuşan
Mona Roza'nın söyledikleri gerçekle ne kadar örtüşüyor, o da
meçhul. Çünkü, onun söyledikleri de "buram buram hakikat
kokan" şiirin ruh haliyle hiçte uyuşmuyor. Yani orta
yerde öykünün efsaneleştirdiği bir şiir değil, şiirin
ihtişamıyla üretilmiş birbirine benzemeyen birden fazla öykü
vardır. Karakoç konuşmadığı, yanında bu konunun konuşulmasına
izin dahi vermediği için bu muğlaklığı gidermek de mümkün
değil. Bekle Beni şiirinin şairi Konstantin Simonov da,
ilham kaynağı olan Valentina Serova da aramızda değiller.
Bu dünyadan göçeli seneler olmuş. Sezai Karakoç da, Mona
Roza adını verdiği Muazzez Akkaya da hayatta.. Şair
bekar, Roza ise dul... Yaşları seksenin üzerinde... Üstelik her
ikisi de İstanbul'da yaşıyor.
Gelelim
öyküleriyle birlikte şiirlere...
Konstantin Simonov, aşık
olduğu, "senin yüzün benim kaderim" dediği,
sinema oyuncusu Valentina'yla evlendikten kısa bir süre sonra
subay olarak askere alınır. Volgograd (Stalingrad) cephesinde
ölümle çıldırmak arasında gidip geldiği bir gecede o meşhur
şiiri yazar.
"Yağmurlar
içinde bekle beni
Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle
Kimseler beklemezken
Sen bekle beni."
Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle
Kimseler beklemezken
Sen bekle beni."
Mısralarıyla
sevgilisine seslendiği şiiri bir kuryeyle gazeteye gönderir.
Gazetede yayınlanınca, sevgilileri cephede olan kızların diline
düşer. Savaşta ölen askerlerin yürek hizasındaki ceplerinden
bir muska gibi hep bu şiir çıkar. Savaş biter ve Simonov sağsalim
döner cepheden. Kavuşur Valentine'sına ama o artık bıraktığı
kadın değildir; Sovyet sinemasının en ünlü yıldızlarından
biridir. Şair deliler gibi sevdiği kadını, dedikodularla
çalkanan hayatı yüzünden 1957'de sessizce terk eder.
Valentina 1975 yılında ölür. Simonov cenazeye katılmaz.
Ertesi sabah Serova’nın mezarı başında bir saksı içinde mavi
hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe bulunur. Kırmızı
saksıya iliştirilmiş küçük bir kağıt... Üzerinde işlek bir
el yazısıyla yazılmış kısa bir not: "bekle beni..." O
kadar.. Başka bir şey yok.. Simonov, 28 Ağustos 1979′a kadar
tek başına yaşar Serova'sız dünyada. Ve o gün ölür ya da
sevgilinin peşinden gider.
Bizim
edebiyatımızın efsane şiiri ise, "Mona Roza siyah güller,
ak güller / Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak" mısralarıyla
başlar. Daha ilk mısralarda derin yaşanmışlığı ele veren
şiir, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde platonik bir aşkı
anlatır. Taşra delikanlısı olan Sezai, sınıf arkadaşı
Muazzez Akkaya'ya fena halde tutulur. Ama kız üst bir sosyal
sınıfa aittir. 1950 Türkiyesinde şampiyon olacak kadar iyi bir
ping pong oyuncusudur mesela... Aralarında aynı sınıfta okumanın
ortak paylaşımları olsa da, bunlar, şairin deliler gibi sevdiği
kıza açılmasına yetmemektedir. Şaire hep uzaktan seyretmek
kalır. Ve O'nda gördüğü herşeyi, ona ait her bir ayrıntıyı
"mıh gibi aklında tutmak" düşer. Muhacir kızı
oluşundan, tesadüfen Geyve'ye birlikte yapılan tren yolculuğuna
kadar... Yanardağı patlatan basınç gibi o aşkta şairi patlatır
ve o büyük şiir doğar. "Bir gül" anlamına gelen
"Mona Roza" adlı, 14 kıtalık şiirde, "Muazzez
Akkaya" ismiyle iki kez akrostiş yapılmış şaheser çıkar
ortaya...
Bir
kıtasında sevgiliye;
Artık
inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı;
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı,
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı!
Dinle ve kabul et itirafımı;
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı,
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı!
Mısralarıyla
seslenen şair bu şiiri ilkkez, fakültenin mezuniyet gecesinde
okur. Roza'da o salondadır elbette. Gecenin bitiminde şaire gülen
gözlerle yaklaşır: "Bu şiiri bana mı yazdın Sezai"
der. Şairin cevabı yine şiircedir: "Evet ama benim Mona
Roza'm şiirlerde kaldı."
Şiirin
yazılmasına kadar herşeyin hakikat olduğu öykünün, efsaneleşme
süreci okunma anından Muazzez Akkaya'nın 2012'de ortaya çıkmasına
kadar sürüp gider. Kimi, "Roza intihar etti" der. Kimi
"bir subayla evlendiğini ve kocasının Kıbrıs Barış
hareketinde şehit düştüğünü" söyler. ABD'de inzivaya
çekildiğini söyleyenler de vardır. Bunların hangisi gerçektir
bilinmez ama hakikat olan bir şey var ki, Sezai Karakoç bir sevmiş,
pir sevmiştir. Mona Roza'dan mahrum kalmanın yasını ömür boyu
tutmuş ve hiç evlenmemiştir. O şiirin basılmasını, okunmasını
dahi yasak etmiştir. Taa ki 2000'lere kadar...
Mona
Roza üzerindeki efsaneler böyle sürüp giderken, şiirseverler ilk
günden itibaren çok sevdiği bu şiiri elyazmalarıyla, teksirlerle
çoğalttı. Ruhuna nakşedercesine okudu.
Ve
nihayet, Muazzez Akkaya'yı gökte arayanlar yerde buldu. ABD'de
yaşadığı sanılırken Kadıköy'de ortaya çıktı ve mahalli bir
gazeteye konuştu. Özetle, "Sezai'nin beni sevdiğinden de,
Mona Roza şiirini bana yazdığından da haberim yoktu"
dedi. O muhteşem şiiri yazdıran aşkı Sezai Karakoç'un hal ve
tavırlarından anlamamış olması, adına yazılan akrostişli
şiirden bunca zamandır habersiz kalması ihtimali, bana hiç
inandırıcı gelmese de efsaneyi yıkmaya yetti. Mona Roza tutkunu
bir çok yazar-çizer epey kızdı Muazzez Akkaya'ya...
Hayallerindeki kadını yıktığı için...
Şair
ise hâlâ suskun.. Sanki üzerinde "Bekle Beni Mona Roza"
diyen bir sessizlik var....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder